29 Kasım 2010 Pazartesi

Ali Sami Yen Stadı.. Hayatımın tam ortası.. Tam ortası, evet. Kombinem yok, İstanbul'da yaşamıyorum, gittiğim maç sayısı bir elin parmağı kadar ama bütün bunlar Ali Sami Yen'in hayatımın tam ortası olduğu gerçeğini değiştirmiyor. İşte bu yüzden, belki de takımdan ümidi çoktan kesmişken, dün, Beşiktaş maçı için oradaydık. Çok büyük bir ihtimalle bir daha asla Ali Sami Yen'de maç izleyemeyeceğim. Böyle bir vedadansa hiç gitmemiş olmayı tercih eder miydim? Bilmiyorum. Dün heyecan içinde yola çıkarken hayatımın tam ortasından gözyaşlarıyla dönebileceğim aklımın ucundan bile geçmiyordu. Pas yapmaktan aciz, koşmayan ama ısrarla ilk 11'de olan bu kadar futbolcu varken bile son derbi hatırına çok daha mutlu ayrılacağımızı düşünüyordum. Olmadı. Sezon başında "Rijkaard yüzünden puan alamıyoruz yeaa" diyenler artık susmayı öğrenmiştir heralde. Yönetimin takıma yaptıklarını düşmanımız gelse yapamazdı sanırım. Daha 6-7 ay önce herkese karşı gözüm kapalı savunabileceğim Adnan Polat'a olan nefretim, Adnan Sezgin'e beslediğim daimi nefretten daha büyük. O kırılan, atılan koltuklar, tribünlerin tamamından yükselen istifa sesleri için çok geç kalındı. Çok. Gerçi bütün bunlar daha önce olsa sonuç değişir miydi? Sanmıyorum. Sezon başından beri tehlike bangır bangır "geliyorum" diyorken yüz milyon kere "radikal karar alıyoruz" diyip de takımın başındaki belki de en suçsuz adamı göndermek, takıma en çok faydalı olabilecek adamlardan birini kadro dışı bırakmak ve hala kalıcı çözüm arayıp istifa etmemek nasıl bir mantığın ürünü, aklım gerçekten almıyor. Dün , 2. golden sonra ağlıyorken, hem maçı hem sezonu kafamda çoktan bitirmişken takımda en sevdiğim adamın golünü göremedim, sevinemedim bile. Bu hale geldik işte.
Hagi. I Love you. hem de sonuna kadar. Dün beni ağlatan ikinci olay da Hagi'nin "Taraftar üzgün, biz üzgün.. Bu isin icinde biz variz. Bu isi degistiricez." cümlesi oldu. Hagi'nin gelmesini istemiyor olmamın en büyük sebebi yönetimin bu yaptıklarına kurban gidecek ilk isimlerden biri olabileceği düşüncesiydi. Gidişat korktuğum yere doğru ilerliyor diye ödüm kopuyor. Onun üzülmesini kırılmasını kaldıramaz bu yürek. Yine de, neden İnsua değil de Ali Turan? ya da neden Servet Çetin? Her maç sonunda Insua'nın "oynamadım, takım kötüydü çok üzgünüm" temalı tweet'lerini gördükçe ben kahroluyorum. Hiç bir iş yapmayanlar banko ilk 11'deyken doğru düzgün şans verilmeden kenarda harcanması çok üzüyor. Karışık oldu. Ama her şey karışık. Takımın içinde bulunduğu durum, puan tablosundaki yeri, ileride ne olacağı... Geçen gün bir arkadaşımla takım hakkında konuşurken aynı anda dinlediğim radyoda başlamıştı Yonca Lodi "düştüysek kalkarız, daha ölmedik ya..." diye. Ölmedik daha. Henüz ölmedik.

Read more...

Hissizleşmek

21 Ekim 2010 Perşembe

Son günlerde yaşadıklarım-yaşananlar-dan sonra öyle bir duygu yoğunluğu ve karmaşası oluştu ki, hissizleştim sanırım artık. Ne düşüneceğimi bilemez durumdayım. Yazamıyorum da o yüzden. Rijkaard'ın gidişiyle ilgili birşeyler yazacak oldum, daha bir kaç paragrafı geçemeden yepyeni gelişmeler oldu; HAGİ geldi takımın başına. O yüzden en iyisi ikisini bir arada yazmak sanırım. Zaten kalbim, mantığım, düşüncelerim Rijkaard ve Hagi olarak ikiye bölünmüş durumda.
Rijkaard'ın sonuna kadar kalmasını destekliyordum. Hiçbir yenilgi de fikrimi değiştirmemişti. Bunu geçmiş zamanda da yazmak ayrı bir zormuş. Artık Rijkaard yok. Kabullenmek zor olacak. Geldiği gün daha dün gibi. Telefonuma gelen Rijkaard gelmiş mesajına öyle inanamamıştım ki, hangi takıma diye cevap vermiştim mesajı atan arkadaşıma. O kadar imkansız, o kadar güzeldi Rijkaard'ın Galatasaray'a gelmesi. Tam da bu yüzden, geldiğine nasıl inanamadıysam gidişine de öyle inanamıyorum.
Dünden beri ne düşüneceğimi şaşırmışken, bugün içinde bulunduğumuz bu durumdan bizi kurtarması için belki de en çok istediğimiz isim geldi. Günlerden sonra ilk kez "Galatasaray adının olduğu yerde umut var" benim için. Kim gelirse gelsin, başımızda Adnan'lar olduğu sürece Hagi başarılı olabilir mi, yoksa sonu Rijkaard gibi mi olur bilmiyorum, ama dedim ya o umut var artık.
Adnan'laraysa söyleyecek söz kalmadı. Rijkaard'ın gidişi, ardından yaşanan kaos, Fatih Terim'in teknik direktörlük teklifi reddetmesi ve daha pek çok şey bardağı taşıran son damlalardı artık. Ama hala, ve ne yazık ki takımda görev alıyor. O istifa etmeyecek kadar yüzsüz olabilir belki de, ama gönderilmiyor olmasını anlayamıyorum. İşte bu yüzden yine aynı şeyleri yaşarız diye korkuyorum. Rijkaard'ın gidişine dayanamıyorsam aynıları Hagi'ye yapıldığında vereceğim tepkinin boyutunu düşünemiyorum bile. Sezon sonu hakkında hiçbir fikrim yok zaten, 2010/2011 sezonunu çöpe atalı çok oldu. yine de Hagi sayesinde şu içinde bulunduğumuz kaos ortamından bir nebze olsun sıyrılabileceğimizi düşünüyorum. Dedim ya, çok karmaşık duygular içerisindeyim. Şimdiye çoktan "Hagi gelmiş LAN. HAGİEEAA!" diye havalara zıplamış olmam lazımdı oysa ki...


Neyse, bu da Rijkaard etiketli son yazım olsun. Çok sevdik seni be Kıvırcık. Biz seni asla unutmayacağız, sen de bizi unutma.

Read more...

Kral'ın Farkı

27 Eylül 2010 Pazartesi



Haftalardır süre gelen kötü gidişat ve zar zor kazanılan maçlardan sonra böyle bir maç izlemeyi hakediyorduk artık. En son ne zaman kalp spazmı tehlikesi geçirmeden izlemiştik bir maçı? Hatırlamıyordum, hatırlamış oldum.
Milan Baros krallığını göstererek attığı 3 golle maçın yıldızı oldu. Birbirine en çok yakışan ikili Milan Baros&Hat trick ikilisi zaten, ne zamandır göremiyorduk. özlemişiz. fotoğrafla anlatılamayacağına inanıp yukarıda videosunu koyduğum 3.gol ise haftanın değil yılın golü olur. net. Hatta bundan seneler sonra bile "Bir Milan Baros'umuz vardı, ne güzel gol atmıştı." diye konuşabileceğimiz goller arasında yerini aldı. Maçın sonlarına doğru sakatlanıp çıkmasınaysa ne demeli bilmiyorum. Nazar tam olarak böyle bir şey olsa gerek. Bugün okuduğum kadarıyla Karabük maçına yetişemez diyorlarmış. 1 hafta bile yokluğuna katlanmak çok zor olacak ama onsuz kaldığımız tek hafta olur bu umarım. Baros'u bir kenara bırakırsak Serkan Kurtuluş da oldukça iyiydi dün akşam. geçen sezon hemen hemen hiç görmemiştik yüzünü, bu zamana kadar nerelerdeymiş diye sormak lazım. Sabri'nin yokluğu en çok ona yaramış. Sabri de geri dönsün tabi ama muhteşem bir yedeğimiz var artık, maşallah demek lazım.
İstanbul Büyükşehir Belediye maçıyla beraber 4te 4 yaparak lige başladığımız haftalardaki kabus dolu günleri de geride bırakmış olduk. 3 puanı almak bir yana takımın genelinin iyi oynadığı ve bol gollü bir maçla kazanmak gecenin artısıydı. Umarım bu maç gelecekte göreceğimiz daha güzel günlerin başlangıcıdır.

Read more...

İyi ki doğdun Wizard of Oz.

22 Eylül 2010 Çarşamba


Harold Marty Jr. Kewell, ya da kısaca Harry Kewell. Bugün onun günü. Kendisinin haberi olmasa da, milyonlarca insanın ona minnettar olacağı Helen Kewell tarafından dünyaya gelişinin 32.yıldönümü bugün. Kewell'ın doğumgünü. İyi ki doğmuş, iyi ki Kewell from Galatasaray olmuş. Deli gibi kıskansam da içten içe çok sevdiğim karısı Sheree Kewell, dünyalar tatlısı çocukları, ve tabii Sarı-kırmızı formayla geçireceği nice yıllara. Herşeyin en iyisini, en güzelini hakediyor o. Happy Birthday!

Read more...

Daddy Baros

20 Eylül 2010 Pazartesi

Futbolculuk ne kadar çok yakışıyorsa, babalık daha çok yakışıyor bu adama. Patrick de nasıl büyümüş. Baba yakışıklı, anne de afet olunca bu kadar güzel bir bebek olması da doğal tabi. Yerim!

Read more...

Kurtarıcı

19 Eylül 2010 Pazar

İlk haftalardaki puan kaybından sonra 3 puanla kapattığımız 3.hafta geçirmiş olmak elbette güzel, ama oynanan futbolun hiç kimseyi memnun etmediği apaçık ortada. Normal şartlarda 1-0 olsun bizim olsun'cu olmaktansa kaybetsek bile güzel ve mücadeleci futbolla kaybetmeyi tercih ederim ama öyle bir durumdayız ki, sistem oturana kadar golü atıp puanımızı öyle veya böyle almaya bakmak zorundayız. Dün de, Bucaspor maçı aynen böyle geçti. Sahanın patates tarlasından hallice olması oynanacak futbolun kalitesini yeteri kadar düşürmüşken dünyanın en sıkıcı ilk yarısı oynanacağını kimse tahmin etmiyordu. 2 takımın da kaleye pozisyonu bile olmadı. İkinci yarıdaysa nispeten daha toparlanmış bir Galatasaray vardı, bu da beraberinde Ayhan Akman'ın ayağından gelen golü getirerek onu günün kurtarıcısı yaptı. Sonrasıysa tam bir kabustu, 2 haftadır son dakikalarda gol yemiyor oluşumuzu gerçek bir mucize olarak nitelendiriyorum.
Sabri Sarıoğlu'nun bitmek tükenmek bilmeyen sakatlık sürecinde görev alan Ali Turan yüzünden cinnet geçirecek duruma gelmişken bu sefer yerinde Serkan Kurtuluş'u görmek mutlu etti. Maçın son dakikalarında sakatlanıp çıkmasıysa şanssızlık oldu, durumu ciddi değildir umarım. Aynı şekilde Ufuk da dün yürekleri ağızlara getirdi. Oyuncu değişikliği işareti yapılıp da kulübede oyuna girmeyen Aykut'u görünce korkmayan yoktur sanıyorum.
Fenerbahçe-Beşiktaş derbisini haftasını üç puanla kapatıp bugün rahatlıkla maçı beklemek güzel elbette ama böyle sezon da geçmez. çok zor. Misimoviç takıma alışıp, Cana daha çok süre oyunda kaldıktan sonra özlediğimiz, beklediğimiz futbolu da görürüz diye umuyorum.

Read more...

12 Dev Yürek

13 Eylül 2010 Pazartesi


Olmadı. olabilirdi, çok yaklaşmıştık ama alamadık altın madalyayı. dünkü efsane Sırbistan maçının yorgunluğunu biz bile üzerimizden atamamışken onlar bizim onlarca katımız duygu yoğunluğuyla çıktı bugün Amerika karşısına. ve sonunda 81-64 yenilerek dünya birinciliği şansımızı elimizden kaçırdık. peki üzgün müyüz? kesinlikle hayır. 2 haftadır, 8 maçtır hayatımızın en mutlu anlarını, en gururlu anlarını, en güzel maçlarını yaşattı o 12 dev yürek bize. aldıkları madalya gümüş de olsa, gözümüzde altın kadar değerli. hepsine binlerce kez teşekkürler. Türkiye sizinle gurur duyuyor!

bir de unutmadan, Kevin Durant hayvansın!

Read more...

GURUR

9 Eylül 2010 Perşembe


Ne denilebilir ki artık? Çok gururluyuz, çok mutluyuz ve inanıyoruz. Bu takım bu şampiyonluğu kendi evimizde ka-za-na-cak!

Read more...

Ankara gururla uğurladı, Türkiye:87-Çin:40

4 Eylül 2010 Cumartesi



Perşembe günü Türkiye-Çin maçındaydım. Aylar önce şampiyonaya bilet alırken gruplardaki son maça da bilet almamın sebebi liderliğin son maça kalabilme ihtimaliydi ama milli takımın tahmin ettiğimden çok daha iyi bir performans sergileyeceğini düşünememiştim açıkcası. Yine de biletimi başkasına vermek yerine maça gitmeyi tercih ettim, iyi ki de gitmişim. Önceki maçlarının hepsini kazanarak grup liderliğini garantilemiş 12 dev adam'la grupta iddiası olmayan Çin'in maçı görünürde bir formalite maçı olarak görünse de, benim gibi Ankara Arena'ya maçı izlemeye gelmiş basketbolseverler için oldukça önem taşıyordu. Bunun en önemli nedeni de Milli takım'ın Ankara'daki son maçı olmasıydı. Geldiğimize de fazlasıyla değdi ve milli takımı Ankara'dan İstanbul'a uğurlamaya gelmiş binlerce seyirci için oldukça keyifli ve "farklı" bir maç oldu. Zayıf rakibimiz Çin'i Ersan, Kerem Tunçeri, Ömer Onan ve Hidayet'in yokluğunda bile 87-40 gibi farklı bir skorla geçerek hem 5te 5 yapmanın keyfini yaşadık hem de Ankara'dan oldukça mutlu bir şekilde uğurlamış olduk. Tanjevic'in maçlarda neden bu kadar az görev verdiğini anlayamadığım Sinan Güler'in ilk 5'te başlaması da sevindiriciydi. Oynamadığı sürelerin acısını çıkartırcasına tabir-i caizse şov yaptığı maçta Sinan gibi önceki maçlarda çok süre alamamış oyuncular da ne kadar iyi olduklarını kanıtladı.
Bazı yerlerde Ankara seyircisi hakkında olumsuz şeyler okuyorum, ekrandan nasıl görünüyoruz/duyuluyoruz bilmiyorum ama hayatımda gördüğüm en coşkulu basketbolseverlerdik desem yalan olmaz. Açıkcası Çin maçına gelirken Yunanistan maçındaki coşkuyu yaşamayız diyordum ama maç içinde fazlasıyla yanıldığımı gördüm. Yine bir önceki gün Porto Riko maçının geri dönmesini ve son saniyelerde maç gidip gidip geldikten sonra gülen tarafın biz olmamızı sağlayan en büyük etken de seyirciydi desem yalan olmaz. Aynı şekilde Çin maçında da rakibe 40 sayı fark attığımız anda bile bağıran tezahürat yapan binlerce seyirci vardı. En güzeliyse maç sonuna doğru benchteki yedeklere yapılan tezahüratlardı. Kerem tezahüratında Kerem'lerin beraber kalkıp selam vermesi, Tanjevic'in asil selamı, Hidayet'in eliyle duymuyorum işareti yapıp daha yüksek tezahürat yaptıktan sonra gülerek teşekkür etmesi.. ve sırayla bütün basketbolcuların seyirciyi selamlaması çok güzel bir uğurlamaydı. Ve tabi, "Dağ Başını Duman Almış". Maç bittikten sonra ne seyirci ne de takım salondan ayrılmayarak Kerem Tunçeri önderliğinde hep bir ağızdan "yürüyelim arkadaşlar" dedik, yolları açık olsun, finale kadar yürüsünler diye. Şimdi rakip Fransa, İstanbul'da da Ankara'daki gibi seyirci desteğiyle bütün maçları kazanarak finale uzanan yolda rakiplerimizi birer birer geçer ve Dünya şampiyonu oluruz umarım.

Read more...

Türkler Uçuyor!

1 Eylül 2010 Çarşamba



Dün akşam 12 Dev Adam Basketbol'da bir tarih yazarak uzun bir aradan sonra ilk kez Yunanistan'ı yendi. Ben de o maçta tribünde bulunarak son saniyeye kadar boğazı yırtılırcasına destek veren müthiş Ankara seyircisi arasındaydım, ve rahatlıkla söyleyebilirim ki uzun zamandır bundan daha güzel bir maç izlememiştim.
Basketbol maçı izlemeyi severim. bu sevgim de, bundan 8 yıl önce, daha ortaokul 1.sınıftayken başlayan Kerem Tunçeri hayranlığıma dayanır. Kerem Tunçeri'yi yakından görmek için Efes Pilsen her Ankara'ya geldiğinde maçları izlemeye giderdim, bu da basketbolu sevmeme bahane oldu. Çocukluğumdaki kadar olmasa da hala en sevdiğim basketbolculardan biridir Tunçeri. Dün de şahane oynadı zaten. Kerem Tunçeri hayranlığımı düne bağlayarak maça da geçiş yapmış olayım böylece. Önceki iki maçı televizyondan takip ettiğim için şampiyonada gittiğim ilk maçtı bu. Geçen hafta da Efes Cup maçlarını izlemek için aynı salondaydım ama bu sefer geçen haftaki ortamdan bambaşkaydı Ankara Arena. Salonun çevresindeki elektrik direklerine basketbolculara benzemeyen çarpık bacaklı, milli takım forması giymiş basketbolcu heykellerinin ilginçliğini saymazsak neredeyse dört dörtlük bir ortam vardı. Salonun içerisinde sponsorların aktivite alanları oldukça keyifliydi. Basketbolcuların karton heykelleriyle fotoğraf çektirip bilgisayar üzerinden onlarla şut atma yarışması yapabiliniyor. Anlamlandıramadığım tek şeyse su satarken kapaklarını açıp kapaksız su şişelerini bize vermeleriydi. Amaç sahaya birşeyler atmayı engellemekse isteyen adam kapağı değil şişeyi atar zaten. Kalabalıkta elimizde ağzına kadar dolu ve kapağı olmayan su şişesini dökmeden taşımak büyük beceri gerektiriyordu.


Trafik yüzünden 16:00'daki Rusya-Fildişi maçını kaçırmış olsak da salona girdiğimizde Porto Riko-Çin maçının 2.periyodu yeni başlamıştı. Keyifli bir maçın ardından asıl heyecanımız olan Türkiye-Yunanistan maçı başladı. Önceki gün Sinan Güler başta olmak üzere 12 Dev Adam'ın maça kırmızı giyip gelin çağrısına uyanların sayısı oldukça fazlaydı. Tek tük diğer renkler göze çarpsa da kırmızılar harici diğer çoğunluk da beyaz giydiği için Türk bayrağı gibiydik tribünlerde. Maçın teknik taktik detaylarına çok girmeyeceğim ama bütün takım kazanacağından emin bir şekilde oynuyordu. Özellikle Ersan insanüstü bir performans sergileyerek takımı sırtlayan isim oldu. Bir ara Yunanistan farkı kapatsa da Milliler Yunanistan'ın öne geçmesine izin vermeyerek maçı kazanıp tarih yazan taraf oldu.
Ve Seyirci... Hayatımda hiç bir milli maçta bu kadar inanmış bir seyirci topluluğu görmemiştim. Öyle ki daha ilk yarı sonunda bile sesim gitmiş, zıplamaktan heyecandan yorgun düşmüştüm. Yunanistan'ın defalarca blok yemesine sebep olan, farkı kapattıklarında Milli Takımın öne geçmesini sağlayan salondakilerin destek ve tezahüratlarıydı. Maç içinde belki basketbolculardan bile daha fazla alkış alan tek kişiyse Kemal Kılıçdaroğlu'ydu. Bütün salon alkıştan yıkılırken kamera yanında oturan Mehmet Ali Şahin'i gösterdiğinde başlayan yuhlamalardan sonra kameranın apar topar başka kişileri çekmesiyse görülmeye değerdi :) Maçı izlemeye gelmiş Şahan Gökbakar da kamera onu gösterdiğinde alkışlarıyla karşılık verdi. Gecenin en güzel anıysa maç sonunda bütün salonun 12 Dev Adam önderliğinde "Dağ Başını Duman almış" ı söylemesiydi. Öyle gaza gelmiştik ve öyle mutluyduk ki, salondan çıkarken bile şarkılarla türkülerle inlettik ankara arena'yı. Tabi Yunanistan seyircisine de hakkını teslim etmek lazım. Yaklaşık 150 kişi olmalarına rağmen salonun sustuğu kısa anlarda bile tezahürat yapıyorlardı. Maç sonunda da yenilmiş olmalarıma rağmen Yunanistan milli takımını alkışlayarak soyunma odasına yolladılar. Şimdi sırada Porto Riko maçı var. Bugün ve yarın benim de salonda yerini alacağım Çin maçını da kazanarak 12 Dev Adam'ı İstanbul'a 5te 5 yaparak göndeririz umarım. Yolları açık olsun, onlara güvenimiz sonsuz.

Read more...

Kâbus

28 Ağustos 2010 Cumartesi



Aslında ne desek boş artık Perşembe akşamki maçtan sonra. Sahadaki ruhsuzların bile hiç bir şey umurunda değilken biz ne diyebiliriz ki? 10 sene önce Real Madrid'i yenip Süper Kupa'yı alan bir efsane olmuşken bugün adını sanını ilk kez duyduğumuz takımlarla bile karşılaşacakken korkuyor olmamız Avrupa Ligi'ne erkenden veda edeceğimizi bir süpriz haline getirmiyordu aslında. Ama böyle trajik bir şekilde elenmeyi de haketmiyorduk. Gerçi, kaçımızın içi rahattı ki 90da gelen golden sonra, düşünmeyen var mıydı "acaba gol yersek" diye. 90da golü attıktan sonra 3 dakika bile galibiyeti koruyamayarak rakibine golü hediye eden bir takım haline geldik. 10 senede gelinen durumun özeti de budur.
Sorumlu? Çok. Transferin bitimine 3 gün kala hala inatla transfer yapmayarak hem takımın, hem de kendilerinin sonunu hazırlayan bir yönetim, kaç maçtır aynı hataları yapmasına rağmen ders almayan ve Avrupa Ligi'ne eylül'de veda etmemizin baş sorumlusu Hakan Balta, zamanında herkes "ondan kaptan mı olur?" derken ölümüne savunduğum ama şimdi bütün bu onu savunduğum günlere lanet ettiğim, takımı sırtlamayı bırak yenilen golden sonra bile hiç birşeyi umursamayan, İstanbul'a döner dönmez taksisine atlayıp evine giden bir Kaptan, ve daha niceleri... En çok da Arda'nın içinde bulunduğu bu durum sıkıyor canımı. Bugün şu an takımdan gitse geri dönüp özlemeyeceğim insanlardan biri haline geldi ya, en başta dediğim gibi ne desem boş.
Olan canını dişine takan Kewell'a, Baros'a, Neill'e oluyor... ve tabi Rijkaard. İçine düştüğümüz durumda en son suçlanacak olanlardan biriyken her sabah uyandığımda "Rijkaard takımdan gönderildi" haberi çıkmış mıdır acaba diye televizyonu korkarak açıyorsam tek sebebi Rijkaard'ın haksız yere takımın içine düştüğü şu durumun en büyük suçlusu olarak görülmesi. Elinde rotasyon yapabileceği bir kadro bile yokken, istediği transferler yapılmıyorken, gelenler de sakatlıkları yüzünden oynamıyorken adam ne yapsın ki? Bu saatten sonra transfer yapılsa kaç yazar zaten. Ha, avrupa'da oynamak yerine Ziraat Türkiye Kupası ve Süper Lig'de oynamayı da kim seçer o da ayrı bir merak konusu zaten. Daha eylül ayına bile gelmemişken "sezon başlamadan bitti "sözünü hiç bu kadar gerçekçi olarak söylememiştim şimdiye kadar. En başta dedim ya, ne desem boş artık.

Read more...

Yeni sezon, yeni başlangıç, yeniden başlangıç.

20 Ağustos 2010 Cuma

Uzun, upuzun bir aradan sonra Merhaba.
Farkındayım blogu çok boşladım, hatta boşlamadım neredeyse boşadım bile desem yalan olmaz. Ha bugün yazdım, ha yarın yazacağım derken buralara yazmayalı, uğramayalı ne kadar uzun zaman olduğunu az önce şifremi hatırlamak için uğraşırken farkettim. Suçu Twitter'a atmayacağım, zira son zamanlarda oraya bile yazdıklarımda bir hayli azalma oldu. Cümlelerimi nasıl toparlarım, arayı nasıl kapatırım hiç bilmiyorum, o kadar çok zaman geçti, o kadar fazla olay oldu ki. En iyisi aklıma gelenleri madde madde yazarak ilerlemeye çalışmak..

  • En son yazdığımda Kewell'ın durumu belirsizdi. Bundan tam bir ay önce, temmuz'un 18inde Çeşme'de yunan adaları'na karşı güneşlenirken aldım "kewell kalıyor" haberini. O mutlulukla kendimi nasıl tuttum o adalara kadar yüzüp gelmemek için, bilmiyorum. Öyle mutluydum. Hala da mutluyum. Hatta o kadar üzülüyordum ve sonrasında öyle büyük bir sevinç yaşadım ki bazen hala rüya gibi geliyor Kewell'ın kalıyor oluşu. Kewell'ı geri kazanmakla transferlerin en büyüğünün yapıldığı dünkü Karpaty maçında da bir kez daha anlaşılmıştır herhalde yönetim tarafından. Ha, Kewell'la bir yıl yetmez tabi. Çok az. Mayıs 2011 geldiğinde yine aynı sözleşmesi bitti sendromunu yaşayacağımdan eminim ama içimden bir his Kewell'la yolların daha uzun süre ayrılmayacağını söylüyor. Umarım haklı çıkar.
  • Hazır dünkü Karpaty maçından bahsetmişken Milan Baros'u da anmamak olmaz. Sözleşmesinin uzatılması yönetimin aldığı en mantıklı kararlardan biriydi. Geçirdiği büyük sakatlığın ardından toparlanma sürecinin de üstesinden gelmeye başladı, ve bunu dün attığı iki golle de gösterdi. Bir daha sakatlık olmasın, kazasız belasız atlatalım şu sezonu.
  • Formalar; Mercan ve Arslan'ı beğendim. Kewell faktörü yüzünden Mercan'ı biraz daha fazla beğendim, ve hatta aldım kendime. Arkasında Kewell-99 yazdığını söylememe gerek yok herhalde. Parçalının değişmemesi geçen sene aldığım parçalı'yı bu sene de giyeceğim anlamına geldiği için mutlu da etti. Ligin 2. yarısında çıkacak formayı da merakla bekliyorum. Geçen sene 2.yarıda çıkan ve son sezonlardaki en sevdiğim forma olan kırmızı kadar beğeniriz umarım.
  • Takımın durumu; beğenmiyorum, gerekli takviyeler yapılmadığı ve en önemlisi sahada birkaç futbolcu haricindeki herkes sanki ligin ortasında şampiyonluk iddiamızı kaybetmişiz de öylesine oynuyormuşuz gibi ruhsuz ruhsuz oynadığı sürece de beğenmeyeceğim. Geçen Cumartesi Sivasspor maçından önce bir arkadaşıma "bir-iki senedir çok iddialı farklı galibiyetlerle başlıyoruz sonu gelmiyor, bu sefer tam tersi olsun sonu güzel olsun" derken feci bir futbolla 2-1 yenileceğimizi tahmin etmiyordum kesinlikle. Pino, ve ardından Cana'nın sakatlığı büyük şanssızlık oldu ama, Serdar Özkan'la Mehmet Batdal'la bu iş yürümez. Orta sahada Ayhan'dır Barış Özbek'tir vs. olduğu sürece, ve tabi ki kalede Aykut olduğu sürece sonumuz ne olur bilmiyorum, bilmek de istemiyorum. Yapılacak transferler-ki umarım yapılır- kamp sürecini takımla beraber geçirmediği için uyum süreçleri ne kadar sürer onu da tahmin etmek güç, ama bildiğim tek şey bu takıma dünkü maçta yediğimiz 2.golün ardından santraya gidildiğinde takımı ateşleyen Kewell ve son dakikaya kadar ruhuyla oynayan Baros gibi futbolcuların lazım olduğu.
  • Söylemeden geçemeyeceğim, ne olursa olsun arkandayız Rijkaard. Sana çok güveniyoruz.
Şimdilik aklıma gelenler bu kadar. Başlangıç yapmak en zoruydu, gerisi gelir. Yazamadığım süre zarfı içinde bloga gelip de sürekli aynı yazıyı en üstte bulan blog takipçilerime de özrü bir borç bilirim.

Read more...

Almanya:4-Avustralya:0

14 Haziran 2010 Pazartesi

Kewell Avustralya milli takımına beslediğimiz şu sempatiyi duysa görse, bir dakika durmaz ücret dahi istemeden sözleşmesini yenilerdi bence. Yenileyeceğine dair umutlarımız gittikçe çoğalıyor o ayrı ama, Kewell ve Neill sayesinde Avustralya milli takımının bütün Galatasaraylıların oluşturduğu ciddi bir hayran kitlesine daha sahip olduğu da bir gerçek. Dün yaşadığım heyecanı anlatamam. Bizim milli takım maç yapsa ancak bu kadar heyecanlanırdım herhalde. Bu yüzden sonunda da en az onlar kadar üzülmüşümdür. 2 gündür gollü maç olsun diye sayıklarken turnuvanın şimdiye kadarki en gollü maçında Almanların Avustralyaya 4 gol atacağı aklımın ucundan geçmezdi. Elbette karşılarındaki rakip zorluydu ama tahmin ettiğimin altında oynadı Aussie abilerim. Maç Almanya'nın ezici üstünlüğüyle bitmiş olsa da Aussie'lere desteğimiz sonsuz tabii ki de.

Fotoğraf da dün geceki maçtan. Bir an evvel iyileşebilmek için ailesini İngiltere'de bırakıp milli takımının kampına en erken Kewell'ın katıldığını okumuştum bir yerde. bu uzun ayrılıktan sonra nihayet kavuşmuş ailesine. Almanya maçında oynamamış olsa da, bundan sonraki maçlarda ilk 11de olacağına eminim. Özellikle dün gördüğü kırmızı kartla cezalı duruma düşen Cahill'in yokluğunda takımın Kewell'a her zamankinden daha fazla ihtiyacı var.

foto: buradan.

Read more...

Go Socceroos!

4 Haziran 2010 Cuma



Yıllardır Dünya Kupası'ndaki favori takımım bellidir; Brezilya. Bu sene de her zaman olduğu gibi öncelikli favorim yine Brezilya, ama aynı zamanda gönlüm bir başka takımdan yana daha olacak, o da tabii ki de Avustralya. Kewell'ın Dünya Kupası'nın ilk maçında oynayabileceği açıklandığından beri daha büyük merakla bekliyorum Avustralya'nın maçlarının başlamasını. Avustralya Milli takımı sponsorlarından Optus Telecommunications Socceroos'lar için çok güzel bir Dünya Kupası reklamı hazırlamış. Reklamda Harry Kewell yok, ama karizmasıyla reklamın yıldızı olmuş bir Lucas Neill var. Ben çok beğendim, yukarıda izleyemeyenler için link de burada; http://www.youtube.com/watch?v=Op5Trk0gX6g

Read more...

Hazırlanmış bir yere gidiyor gibisin...

22 Mayıs 2010 Cumartesi



Ellerim titriyor şu an, gözyaşlarım durmuyor akıyor. Söyleyecek çok fazla sözüm olup da kelimelere dökememek nedir bugün anlıyorum. Bir gün Kewell'a veda edeceğimizi, bir daha Galatasaray'da oynamayacağını, buradan gideceğini biliyordum elbet ama, böyle bir vedayı Hiç düşünmemiştim, aklıma bile getirmemiştim... Aylar önce onun gitme ihtimali için bile fırtınalar koparırken, şimdi o gidiyor ve ne desek ne yapsak ne kadar isyan edersek edelim fayda etmiyor. Sakatlandığı günden beri takıma döneceği günün hesabını yaparken bir daha Galatasaray formasını giyemeyecek mi şimdi? Kafamı kaldırıyorum duvarda Kewell posteri, önünde masada Galatasaray Dergisi'nin yılbaşında verdiği takvim, Şubat ayındaki Kewell fotoğrafı duruyor hala. Seneye nasıl bakarım ki ben bu postere bu takvime içim acımadan. Ya da, bir daha Daddy Cool dinleyebilir miyim ki içim sızlamadan?

Geldiği o Temmuz 2008 günü deliler gibi sevindiğimi hatırlıyorum. Leeds United'da oynadığı yıllardan beri takip ettiğim Kewell Türkiye'ye, Galatasaray'a, takımıma geliyordu. Turuncu formayı Kewell sayesinde sevdim ben. İmza töreninde üstüne giydiğinde, "Harry Kewell Gülüşü"nü ilk kez gördüğüm o gün sevdim, o gün gittim aldım o formayı-sonradan Kewell'a imzalattığım formayı-. İlk maçında attı golünü, oyuna girer girmez. O zaman inandık işte onun lakabı gibi bir Oz Büyücüsü olduğuna. Oynadığı her maçla, attığı her golle kalbimizdeki yerini bir kere daha sağlamlaştırdı. Farklıydı o, yeteneğinin yanında karakteriyle, asilliğiyle, mütevazılığıyla her şeyiyle gönlümüzde taht kurdu. Dalga geçer gibi 90. dakikada oyuna alınıp da sonrasında isyan etmeyen kaç tane futbolcu vardır şu dünyada? Hamburg gibi bir takımın karşısında 30 dakika stoper oynamak zorunda kalan ve bunu sanki yıllardır stopermiş gibi başarıyla yerine getiren kaç tane futbolcu vardır ki Kewell gibi.. Yoktur, onun gibisi yok çünkü.

Liverpool gibi taraftarıyla ün salmış bir takımdan gelip de her röportajında İstanbul'da ne kadar mutlu olduğundan Galatasaray taraftarının muhteşemliğinden bahseden Kewell, şimdi gönderiliyor. Müzmin sakat diyorlar, desinler! Sakatlıklarının uzun sürmesindeki en büyük sebeplerden biri karaciğerindeki rahatsızlık ama bu hastalık yeni çıkmadı ki, bilinerek alındı Kewell, şimdi kimsenin çıkıp da hasta sakat o yüzden gönderiyoruz demeye hakkı yok. Kaldı ki şu 2 sezonda oynamadığı maçlara rağmen yaptıkları apaçık ortada. Bu sezon sakatlandığı o lanet maça kadar takımı sırtlayan, Milan Baros'un yokluğunda goller atan, takımı motive eden Kewell'dı. Şimdi neden bunlar yok sayılıyor? Sakatlığının uzaması çok büyük aksilikti ama Linderoth'un sakatlığına bu kadar tahammül ettikten sonra Kewell'ın böyle veda bile edemeden gönderilecek olmasını kabullenemem ben, kimse kabullenemez.

Kaldı ki razıyım ben, varsın ilk11de olmasın, yedek kalsın. Onu geçtim, kadroya alınmasın ama kalsın. Asilliğiyle profesyonelliğiyle tecrübesiyle takımı motive etsin, hakem Sabri'ye haksızlık yaptığında onu savunsun, takım arkadaşına faul yapan futbolcuya "Fuck Off" desin, ama kalsın. Gitmesin buralardan.

Ufacık da olsa bir umut var hala, sözleşmesinin biteceği 31 Mayıs 2010'a kadar. Haldun Üstünel'in açıklamalarının olduğu Lig Tv videosunda da Kewell hakkında birşey söylenmemiş. Haberler doğru olsa da kesin birşey yok yani. Hala zaman var, hala umut var. Yarım sezonu sakat geçirip, koskoca 4 ayda sadece 5 dakika oynayıp takıma veda bile edemeden gidişi bütün taraftarları kahreder, işte bu yüzden kalmayı hakediyor Harry Kewell. "Kewell from Galatasaray" o. "They said it's over, he can't stand up, he can't play" dedikleri anda Galatasaray'da yeniden doğdu. Şimdi yine herşey bitti diyorlar onun için, ve o Galatasaray'da yeni sezonda yeniden doğmayı fazlasıyla hakediyor.

Bu kadar yazdım, ama hala hoşçakal yazamadım, yolu açık olsun yazamadım. İçim elvermiyor ki, elim gitmiyor ki. Resmi siteden açıklamayı görene kadar da elvermeyecek, kendimi kandırmaya devam edeceğim o güne kadar, "kalır belki" diye.

Read more...

Ben her bahar aşık olurum, filizlenir anılarda gururum...

17 Mayıs 2010 Pazartesi



2000 yılında, 11 yaşında bir kız çocuğu olarak şu an olduğu kadar ilgim yoktu futbola. Ama, hayatımda 90 dakika boyunca maç izlediğini görmediğim annemin bile çeyrek final, yarı final maçlarını izlediği bir süreçte benim de maçları izliyor olmam kaçınılmazdı. Daha çeyrek finaldeyken babamın verdiği "kupayı kazanırsanız bayrak ve forman benden" sözüyle onlar izlerken daha bir ilgiyle takip etmeye başlamıştım maçları. İşte bu yüzden, bana futbolu sevdiren dönemdir Uefa Kupasına uzanan o yolculuk.
Ve o gün, o 17 Mayıs günü, maç boyunca televizyon karşısında uyukladıktan sonra uzatmalarda uyanmak, uzatmaları ve penaltıları büyük bir heyecan içinde izlemek ve sonrasında şampiyonluk turuna çıkmak Galatasaray'ın Uefa Kupası'nı kazanmasından daha büyük bir mucizeydi benim için. Uyumaya devam edip kupanın alınışına tanıklık edememiş olsam hayatımın en büyük pişmanlığı olabilirdi herhalde. O günden aklımda kalan en belirgin ansa Parken Stadı'nda futbolcular, Fatih Terim, seyirciler, herkes ağlarken bizim evde de annemin, babamın, maçı beraber izlediğimiz aile dostlarımızın hep birlikte ağlamasıydı. Sevinç gözyaşlarının ne demek olduğunu o gün öğrendim ben.

Değil 10 yıl, 100 yıl geçse bile yine unutulmaz. Yine ilk günkü gibi hatırlanır 17 Mayıs 2000 günü. Kutlu olsun.

Read more...

Şampiyon Bursaspor


Dün akşam ne Fenerbahçe'nin ne de Bursaspor'un maçını izleyebildim. Çünkü Gençlerbirliği-Galatasaray maçını izlemek için Ankara 19 Mayıs Stadı'ndaydım. Galatasaray'ıma bu sezonluk veda etmek, takımdan gidecek futbolcuları son kez izlemek ve tabii ki de Emre Aşık'ın çıktığı son maça tanıklık etmek için oradaydım. Benim gibi düşünen taraftar sayısı da oldukça fazlaydı ki, tahmin ettiğimden çok daha kalabalıktı dün 19 Mayıs Stadı.
Maça gelince, yabancı futbolcular sezonun bitimini beklemeden ülkelerine gittiği için yedek ağırlıklı genç bir kadroyla çıktığımız maç sonunda 2-1 yenilerek 09/10 sezonunu 3. olarak tamamladık. Yenildik ama ben şimdiye kadar gittiğim hiç bir maçta bu kadar çok eğlendiğimi hatırlamıyorum. Sadece ben değil, bütün stad aynı durumdaydık. Trabzon 1-1 yaptıktan sonra kimsenin aklı sahadaki maçta değildi. Aynı anda maç izleyip, bir yandan radyodan diğer maçları dinleyip, diğer yandan da tezahüratlara eşlik edince bütün konsantreyi sahada oynanan futbola vermek imkansızdı zaten. Maç boyunca sesimiz en çok Bursa ve Trabzon'un gol haberlerinde çıktı, maç bittiğindeyse Bursa'nın şampiyonluk haberi geldiğinde bütün stad göbek atıyorduk. 90 dakika boyunca kısılmayan sesim, maç sonrasında öyle bir kısıldı ki şu anda fısıldayarak konuşabiliyorum. Bu 2-2 mevzusunuysa sadece bizim stadda çıkan bir dedikoduydu sanıyordum ben, gece eve geldiğimde gerçeği öğrendim, meğer durum sandığımdan daha trajikomikmiş!

Bursaspor'u ise gönülden tebrik ediyorum. Sezon boyunca bütün takım, bütün Bursa halkı şampiyonluğa inanmıştı, ve sezon sonunda bunu başardılar. Bu başarıları hafife alınmayacak derecede büyük. Bu şampiyonlukta emeği geçen herkese helal olsun.

Read more...

Mehmet Topal

13 Mayıs 2010 Perşembe


Transfer teklifi geldi, gidiyor, gidecek derken dün resmi site tarafından doğrulandı Mehmet Topal'ın Valencia transferi. Bugün de Florya Metin Oktay Tesisleri'nde Adnan Polat tarafından plaket verilmiş kendisine.
Umarım ki uzun seneler boyunca orada oynar ve ileride Tugay gibi yaptıklarıyla övünebileceğimiz bir futbolcumuz daha olur. Yolu açık olsun.

Read more...

Seni Her Halinle Seviyorum

8 Mayıs 2010 Cumartesi

Ligin fikstürü belli olduğu vakit, Gözde ile en büyük isteklerimizden birinin gerçekleşeceğine inanmıştık. Canlı kanlı bir şampiyonluk, akabinde gelen mutluluk ve Şampiyonlar Ligi. Ama bir şeyin hayalini ne kadar kurarsanız, gerçeklerden o kadar uzaklaşırsınız. Bizim için de bu böyle oldu maalesef. Ligin başında gelen Rijkaard ve iyi transfer haberleri, artık birşeylerin farklı olacağına, değişimin başlayacağına olan inanç. -Gerçi birşey bitmiş değil, hala değişim ve başarı için uzun yıllar var önümüzde, ama biz sene başında 'sabır' derken bile şampiyonluk turlarını düşlüyorduk...

İstanbullu arkadaşlar en Galatasaray'lı olanlardır. Onlar bu bahsettiklerimi anlayamazlar. En mükemmel maçları yaşar, en iyi şampiyonluk kutlar, en iyi transferleri havaalanında onlar karşılar. Yeri geldiğinde en iyi onlar harcar futbolcuları.
Eğer farklı bir ilde yaşıyorsan uzaksın herşeye. İnternetten kopuğum 4-5 aydır, spor kanalları, gazeteler ve gözde olmasa hiçbirşeyden haberim olmaz. Zordur farklı bir ilde taraftar olmak. Ülkenin başkenti de olsa, dağın başı da. Birşeyleri hep eksik yaşarsın, şampiyonluk olur deli gibi sevinirsin ama 'orada olmak vardı' fikri hep yerleşir kafanda bir yerlere. Sokağa çıkarsın deli gibi bağırırsın ama bir yandan stad da olanları kıskanırsın. Arada önemli maçlar olur gidersin belki İstanbul'a ama hiçbir zaman 'tam' olamazsın. Öyle hissedersin.
Ligin son maçının hayaliyle yaşadım bu sezon, hayatımda olumsuzluklar oldu, hep Ankara'da yaşayacağım son maçı düşündüm. Bu fikirden güç aldım, ilk defa 'orada olmak vardı' düşüncesinden kurtulacağıma inandım.
Ama olmadı, suçlu kim bilmiyorum. İstenileni veremeyen futbolcular mı, istikrarı sağlayamayan yönetim mi, yoksa takımı vasatın altında destekleyen İstanbullu arkadaşlar mı.
Belki de yok. Suçlu birileri, ya da birşeyler yok. Böyle olması gerekti. Aslında sorun değil, şampiyon olamazsak ne olur. Başka bir zaman oluruz, başka zaman daha iyi şeyler başarırız. Ama fikstür bir daha son hafta Ankara'yı gösterir mi? Gerçi göstermese ne olur, uzaktan,yakından ne farkeder. Seversen birşeylere tanık olmadan da seversin. Birilerine mi kızmam gerek, Arda'yı mı hırpalıyayım? Haldun Üstünel'i baş tacı yaparken 'jo da olmadı mı sanki' mi diyeyim? Demem asla. 'Orada olmak vardı' ile yaşarım.
Ama benim asıl anlamak istemediğim, her zaman olmak istediğim yerde olan insanların 3-5 puan için takımdan elini ayağını çekmeleri. Stada gidip iki ayrı telden çalmaları, sezon başında kaptan buyurdukları Arda'ya ve takıma yaptıkları. Herkes gider doğru. O stadlar yıkılır, o futbolcular, o tribünler tarih olur. Ben yine olmak istediğim yerde olamam. Ama Galatasaray hep vardır. Bazıları onunla nefes aldıklarının farkında olmasa da, onun değerini tam olarak bilemesede, onu puandan, kupadan ibaret görseler de. Onu her haliyle sevenler uzak da olsa severler. Uzak da olsa onun son maçına gidip , sonunda şampiyonluk ve mutluluk olmayacağını bilseler de, sırf onu izledikleri için mutlu dönerler evlerine.

Read more...

Return Of The Lord

4 Mayıs 2010 Salı

Oyuna Harry Kewell girerken Milan Baros'un sakatlığı nedeniyle çıkması bu sezonun bir özetiydi aslında. Hiç bir zaman tam kadro olamadık, hep birileri sakatlandı onlar iyileşirken başkaları sakatlandı ve şu anda ligde istediğimiz sırada olmayışımızın en büyük nedenlerinden biri haline geldi bu sakatlıklar. Umarım Milan Baros'un sakatlığı ciddi değildir, ve haftaya yine ilk11'de olur. Ne diyordum, Kewell uzun upuzun bir sakatlığın ardından İstanbul Bşb. maçının son dakikalarında oynama şansı buldu. Aylarca burada dönmesi için gün sayan biri olarak ne kadar mutlu olduğumu anlatmaya kelimeler yetmez sanırım. Şimdi tek isteğim Kewell'la sözleşme yenilendiği haberini en kısa zamanda duymak.

Read more...

Galatasaray 0-0 Bursaspor

25 Nisan 2010 Pazar

Ne yazılır ki şimdi bu maçtan sonra? Her iki tarafın tek amacı 3 puanı almaktı, 2 tarafın da 3 puan için elinden geleni yaptığı ama sonucunda istediğini alamadığı bir garip maç oldu. Böylesi kıran kırana geçen bir mücadelenin golsüz bitmesi inanılır gibi değildi, inanılır hale getirildi Bünyamin Gezer tarafından. Şaşırmıyorum da artık aslında. Düşünüyorum saatlerdir hakeminin maç sonundaki skora etki etmediği maçları, bir elin parmağını geçmiyor. Gol atılmamasını geçtim, 0-0 bitse bile "ne maçtı yahu 2 takım da ne güzel mücadele etti" diyebileceğimiz bir maç sonucunda olanlara bak, yine "ne maçtı yahu" diyoruz ama bu sefer sonunda Bünyamin Gezer'in maçı katletmek için elinden geleni ardına koymayışı ve sonunda ne yazık ki amacına ulaşması var.. Bu arada hafta başından beri "Yatış" diyenlere de gereken mesaj gitmiştir heralde bu 90 dakika sonunda.
23 Nisan'dan beri hayatımın en berbat günlerini yaşıyorum. Çok sevdiğim bir yakınımı kaybettim ve bu yüzden 27 saat içinde Ankara-Mersin-Ankara yolculuğu yapmak zorunda kaldım, bunca üzüntü ve yorgunuluğun üzerine şu maç da tuz biber oldu. O yüzden uzun uzun yazasım yok, bütün futbolcuların çok iyi oynadığı, özellikle Aykut'un kalesinde devleştiği maçtan istediğimiz skoru alamadığımız için lig 3 hafta kala bitti. Artık önümüzde beni heyecanlandıran tek maç 16 Mayıs'taki Gençlerbirliği maçı..

Read more...

Arda...

21 Nisan 2010 Çarşamba



Dün sabah yapılan antremanda Arda ve Caner birbirlerine girdi ve bunun sonucunda Caner'in dudağı patladı. Antrenmanın basına açık yapılması, dolayısıyla fotoğrafların görüntülerin her şeyin apaçık ortada olmasıysa bizim şanssızlığımız herhalde..

Kavga? Her antrenmanda olur. Yanılmıyorsam başlangıcı 5e 2 çalışması sırasında Caner ve Arda'nın girdiği bir ikili mücadeleden kaynaklanıyor, daha önce antrenmanda Mehmet Topal'la benzer şeyleri yaşadığı ve ciddi bir sakatlık geçirdiği için fazladan bir gerginliği de olabilir. Ama olay sadece bununla sınırlı kalmadı, her yerde Arda'nın kaptanlığı, bu kaptanlığın büyüklüğü de tartışılmaya başlandı. Bu konuda benim de söyleyeceklerim var elbette..

Dediğim gibi, kavga her antrenmanda olabilir. Bu çocuk daha 23 yaşında, diğeri de 22. Caner takımdan başka biriyle yumruklaşsa şu an verdiğim tepkiyi vermeyeceğimi de adım gibi biliyorum aslında. Caner Atletico maçında kırmızı kartı gördüğü gün bitti benim için o ayrı mesele de, bunun en büyük nedeni de kuşkusuz Arda'nın kaptanlığı. Evet daha genç, ama ben takım kaptanı olarak yatıştırması gereken bir olayın baş kahramanı olmasını anlayamıyorum bir türlü. Üstelik bunun basına açık bir idmanda olması da ayrı bir boyutu.. Bizden biri olsa da, takım yenildiğinde evde tv karşısında üzülen taraftarlar kadar üzüldüğünü, kazandığında yine taraftarlar kadar sevindiğini biliyor olsak da, Kaptan olarak sinirini belli ölçüde sınırlayabilmeli. Şimdi bunu yaptı diye basın ve basının gazına gelen bir kesim üzerine daha çok gelecek, yine sonunda üzülen Arda olacak ve bu kısır döngü böyle devam edecek, bundan korkuyorum.
Arda'nın bu sinirinin nereden geldiğini tahmin etmek için tahmin sınırlarını çok zorlamak da gerekmez elbette. Sorun belli; Sinem Kobal, sinema kapatması, arabası evi parası vs. konularında anlamsız bir şekilde Arda'nın üzerine sürekli gelinmesi ve bununla beraber Diyarbakırspor maçındaki protesto. Manisaspor maçını bloga yazamadım, dolayısıyla oyundan çıkarken Arda'nın tepkisini de yazamadım. Geçen hafta "Şu saatten sonra Arda ne yapsa, nasıl davransa yeridir" demiştim, sözümün de arkasındayım ve verdiği tepkinin haksız olmadığını düşünüyorum çünkü Diyarbakır maçında ona yapılan çok büyük bir ayıptı ve bir tepki göstermesi gerekiyordu. Bu konuda sonuna kadar da arkasındayım. 2 hafta önce onu yuhlayanlar, 2 hafta sonra söyleyeceklerinden emin olduğum "Büyük Kaptan Arda Turan" tezahüratının artık Arda'ya inandırıcı gelmeyeceğini anlamışlardır herhalde..

Ne diyordum; Arda bizim evladımız gibi ya. "Birinin bana senden iyi Galatasaraylıyım demesi zor. Eğer diyecekse uzun uzun oturup konuşmamız lazım" diyebilecek kadar yürekten bağlı bu renklere. Zaten bu yüzdendir ki, ne yaparsa yapsın ona olan sevgim asla tükenmiyor, tükenemiyor. Büyük konuşmak istemiyorum ama eminim ki tükenmeyecek de. Fakat, Aralık 2008'de söylediği bu sözün üzerinden 6-7 ay sonra Saba Tümer'in programında söylediği "Beni Galatasaray sevgimden soğutmasınlar" sözü de Arda'daki değişimin yönünü gösteriyor bence. Arkadaşlar arasında da çok fazla konuştuğumuz bir konuydu bu, Arda'nın şu malum arkadaş çevresi ondaki bu değişimin en büyük sebeplerinden biri bence, böyle düşünüyorum.. Bir anlık yumruklaşmayla varmadım bu sonuca uzun zamandır biriken düşüncelerim bunlar.. ama dedim ya, tükenmiyor Arda'ya olan sevgim hiç.
Kendi iç dünyasını bilmek zor ama, dışardan gördüğüm kadarıyla söyleyebilirim ki bu çocuk eskisi gibi neşeli değil, içten gülmüyor yahu. Üstüne gelenlere bu şekilde tepki göstermeye devam ederse de daha çok üzüleceğini düşünüyorum. Bu yüzden biraz daha sakin olup, ligin şu son haftalarında sadece futboluyla konuşulmasını istiyorum. Arda'yı bu kadar eleştiriyorsam onun için bu kadar üzülüyorsam da onu çok sevdiğim ve çok değer verdiğim için. Sezonun sonunda gider veya gitmez, kendi tercihi. Ama o Galatasaray formasını giymeyi bıraktığı güne kadar ne olursa olsun benim Kaptanımdır.


Read more...

Sensiz bir yanımız hep eksik...

15 Nisan 2010 Perşembe

Image and video hosting by TinyPic

Dokunsan ağlayacak durumdayım artık ya. İdman Raporu'nda "Harry Kewell'ın tedavisine devam ediliyor" yazmasın artık, antremanın tamamında takımla çalıştırılsın. Sonra, kalan maçlarda ilk11'de oynasın hep, goller atsın, asistler yapsın. Bizi onsuz bıraktığı ayların acısını çıkarsın..
Bir de şu sözleşme yenilendi Kewell 2 sene daha Galatasaray'da haberini görelim.
Yoksa çok az kaldı, üşenmeyip kapısına gidip "Dön artııık" diye bağırarak ağlayacağım.

Read more...

Türk Telekom Arena Yükseliyor

14 Nisan 2010 Çarşamba


Fotoğraflar, televizyon görüntülerinde gördüğüm zaman da içimi heyecan kaplıyordu, ama hızla yükselen inşaatı bütün heybetiyle karşımda görmesi apayrı bir duyguymuş.



Fotoğraflar bana ait. İstanbul'dayken Aslantepe'nin önünden geçerken içinde bulunduğum arabayı durdurtmak suretiyle fotoğraflarını çektim, yetmedi otoban bariyerlerini aşıp daha bir yakınlaştım stadımıza.
Hatta, o günleri görebilirsem bundan 40-50 yıl sonra torunlarıma "bakın anneanneniz/babaanneniz bu stadın inşaatı önünde fotoğraf çektirmişti" diyebileceğim fotoğraflarım da var.

29 Ekim 2010 gelsin artık. Çifte bayramımız olacak o gün..

Read more...

Ne yazsam boş..

5 Nisan 2010 Pazartesi



İkinci yarının neredeyse tamamı boyunca "şimdi yiyeceğiz golü, bu maç beraberlikle bitecek" diyorken, -ve sonunda ne yazık ki- korkulan gerçekleşmişken, şimdi şampiyonluk kelimesini bile yazmanın hiç bir anlamı yok aslında bu postun içine..
Geçen hafta twitter'da "Son maçta, Ankara'da şampiyonluğu yaşamayacağım için çok üzülüyorum" yazdığımda içten içe kızıyordum da kendime, bu kadar çabuk pes ettiğim için. Ama bugün pes ettiğim gündür. İçimdeki ölmek bilmeyen Polyanna "bir ihtimal daha var" diyor olsa da, mantığım çok iyi biliyor ki yok ihtimal falan. Kalmadı artık. Kazansaydık bir şey değişir miydi? Değişmezdi. Bu hafta olmasa haftaya, olmasa ondan sonraki haftaya elbet kaybedilirdi yine bu puanlar. Her neyse, sahada şampiyonluğa inanmayan, Galatasaray Ruhu'nu zerre kadar taşımayan futbolcular varken ben buraya ne yazsam boş. Barış'ın attığı o tekmeye değinmek dahi istemiyorum. Tek dileğim onu bir daha Galatasaray forması giymiş olarak görmemek.

2010-2011 sezounda her şey daha güzel olur umarım..

Bir de;
İyi ki varsın Frank Rijkaard. Hep var ol sen, hep kal.

Read more...

Dev Buluşma

4 Nisan 2010 Pazar


146 gün sonra başlayacak 2010 FIBA Dünya Şampiyonası için hazırlanan "Dev Buluşma" reklam kampanyasının tanıtım fotoğraflarından sonra, tanıtım filmi de yayınlandı. Oldukça başarılı olmuş bence. Bunun yanında internet sitesini de yenilemişler, diğer tanıtım filmleri de oradan izlenebiliniyor. Ankaralı bir basketbolsever olarak ABD'nin maçlarını canlı canlı izleyemeyecek olmanın burukluğunu yaşıyor olsam da, en büyük tesellim 12 Dev Adam'ın eleme grubu maçlarının Ankara'da oynanacak olması. Merakla ve heyecanla bekliyorum.

Read more...

Mucize

24 Mart 2010 Çarşamba

Bu kadarı da olmaz ki, özellikle bu mucizevi insanı çok çok çook özlediğimiz şu günlerde bu da yapılmaz ki bize. Bizim de bir kalbimiz var ya, insaf!
İlla Ankara'da olsun demiyorum bak, Kewell'ın modelliğini yaptığı bu Politix mağazası Türkiye'nin herhangi bir şehrine şube açsa, üşenmem kalkar gider broşür poster ne varsa toplar gelirim. Bir de neden Kewell'a "Lord" diyorsun diyorlar bazen, bu asaletin karşısında söylenebilecek başka bir sıfat bulamıyorum ki. Evet, modellik yapmak da çok yakışıyor ama ona en çok yeşil sahalarda Galatasaray formasıyla oynamak yakışıyor. Rüyamda bile gördüm dün gece, Fenerbahçe maçının 81. dakikasında oyuna giriyor 84. dakikasında gol atıyordu. Skoru görmedim ama Kewell oynuyorsa ve gol atıyorsa kazanmışız demektir. Gol atmasa da olur, o sahada olması yeter, varlığı yeter.
Dön artık!


**Fotoğrafların geri kalanı bu adreste; http://www.politix.com.au/section/winter10/

Read more...

Başımız Sağolsun

23 Mart 2010 Salı


Öğlen çıkan haberleri görüp üzülmek, sonra yalan olduğunu öğrenince rahatlamak, ama içten içe durumunun ne kadar kritik olduğunu bilerek korkmak.. Ve şimdi, ölümün çaresizliği karşısında ağlamaktan başka hiç bir şey yapamıyor olmak..

Çok büyük bir acı, söylenecek söz yok. Nur içinde yat Özhan Başkan, mekanın cennet olsun.

Read more...

Trabzonspor:1-0:Galatasaray

22 Mart 2010 Pazartesi




Niyetim bu yazıyı bu sabah yayınlayabilmekti ama, uyanır uyanmaz evden çıkmak zorunda kalışım yazının şu saate kalmasına sebep oldu malesef.

Aslında genel olarak kötü maçtı demek haksızlık olur bu maç için, ama sonuçta 3 puanı kaybeden taraf Galatasaray olunca pek manası da kalmıyor maç boyunca bir türlü gol olmayan pozisyonların ve sahadaki hırslı oyunun. Hep diyorum, yine de derim ; Frank Rijkaard'a güvenim sonsuz. Ama artık Elano da 90'ı görsün yahu. Oyuncu değiştirme tabelasındaki 9 numarayı gördüğümde benim içim cız ediyor buradan, Elano'nun ruh halini düşünemiyorum. Arda'nın yokluğunun etkisiyle bu maç Elano da etkisiz oynadı, ama ama sahada 90 dakika boyunca saçbaş yolduran bir Barış Özbek varken, Elano'nun her maçın son 20 küsür dakikasında oyundan çıkıyor oluşunu anlayabilmek zor.

Gittikçe daha iyi oynamaya başlayan Gio bu maçta da oldukça etkiliydi. Defansta Servet yerine Emre'nin oynayacak olması doğru bir seçimdi. Goldeki büyük hatasını dışarıda tutarsak Emre'nin bu kadar kendine güvenerek oynaması da olumluydu. Trabzonspor'un Galatasaray kalesine akın akın geldiği anlarda da kurtarıcı Emre oldu zaten. Kendine olan bu güveninde Lucas Neill gibi bir tecrübenin yanında oynuyor oluşunun etkisi de oldukça fazla. Emre'nin Colman'a kale önünde kaptırdığı top gol olmasa maçın sonucu farklı mı olurdu, bilmiyorum. Zira 90 dakika boyunca hem Galatasaray'ın hem de Trabzonspor'un kaçırdığı gol pozisyonu sayısı oldukça fazlaydı. Trabzonspor demişken, genç kaleci Onur Recep Kıvrak'a da hakkını teslim etmek lazım. Yaptığı kurtarışlarla maçın kaderini belirleyen oydu.

Haftaiçindeki antremanda sakatlanan Arda'nın oynamıyor oluşu daha maç başında moralleri bozmuştu. Maç içinde de yokluğu fazlasıyla hissedildi. Maç içinde Gio, Jo ve sonradan oyuna giren Baros'un çabaları da Trabzonspor kalecisinin fazlasıyla formda oluşu yüzünden kaleyi bulamayınca maç 1-0 sonuçlandı.


Bu sezon Galatasaray takımı'nın sakatlıklar haricindeki en büyük kabusu deplasmanlar oldu desem yalan olmaz herhalde. Ligin ilk sıradaki takımlarının hiç birini deplasmanda yenemiyor oluşu, hatta sezon başından beri yenilgilerin tümünü deplasmanda almış oluşu durumun vahametini gözler önüne seriyor. Ali Sami Yen'de gayet iyi oynayarak farklı galibiyetler kazanan bir takım, bir hafta sonra deplasmandaki X şehrinde nasıl böyle olabiliyor, bunu aklım almıyor. "Şampiyonluk bitti geçmiş olsun" diyenlerden değilim elbette ama, sezon sonunda hayal ettiğimiz yerde olabilmek için deplasman fobisini yenmek yapılacak ilk hamlelerden biri olmak zorunda. Eskişehir ve Trabzon deplasmanlarında kaybedilen 6 puan ligdeki zirve yarışını da oldukça karmaşık bir hale getirdi. Bu düğümün çözülmesine daha haftalar olsa da orta sahadaki sorun çözülmediği sürece Galatasaray'ın işinin çok da kolay olmadığı bir gerçek.

Read more...

Kaleci Sabri

18 Mart 2010 Perşembe

Fotoğraf dün sabahki antrenmandan. Sezona fırtına gibi bir başlangıç yaptıktan sonra geçirdiği sakatlık yüzünden aylarca takımdan uzak kalmasına rağmen, döndüğünden beri "iyi ki var" dedirten Sabri bu sefer de kaleciliğe göz dikmiş anlaşılan. Harry Kewell'ı stoper olarak görmüş bu gözler Sabri'yi de kaleci olarak görür mü acaba ? Asla, "asla" dememek lazım, eheh.

Read more...

İnsan Değil!

14 Mart 2010 Pazar

İyi ki varsın Keita!

Read more...

Şans.

13 Mart 2010 Cumartesi

Image and video hosting by TinyPic

Bu süpersonik Aussie Socceroo'sları henüz Galatasaray forması altında aynı sahada göremedik ne yazık ki ama, ikilinin Avustralya Milli Takımı'nda aynı karede oldukları fotoğraflar oldukça fazla. Bu fotoğrafa da geçenlerde denk geldim. O kadar hoş bir kare ki, blogda yer almayı haketti.

Fotoğrafı çektiren kadının ne kadar şanslı olduğu da tartışılmayacak bir gerçek bence. Bi' yanında Lucas, fotoğrafı çeken Kewell.. Bir insan daha ne isteyebilir ki ? :))

Read more...

Eskişehirspor 2-1 Galatasaray

8 Mart 2010 Pazartesi


Kırılamadı bir türlü Galatasaray'ın Eskişehirspor karşısındaki şanssızlığı. İlla ki bir gol yeriz, ama sonra atarız diyorken, hatta içimdeki Pollyanna bana 2-1den 2-3'e çevirebileceğimizi bile söylüyorken, yine yeni yeniden 3 puanı alamadan Eskişehir deplasmanından dönmüş olduk.

Genel olarak tatsız bir maçtı ya. Öyle ki, maç hakkında yazacağım şu bir-kaç cümleyi bile bir araya getirmekte zorlanıyorum. Özellikle ilk yarı sahada sadece kontrollü bir mücadele vardı, ama öyle ki iki takım da bu kontrollü mücadelesini bir türlü sonuca ulaştıramadı. Galatasaray açısından bunun en önemli sebebi gol yollarındaki futbolcuların yetersiz kalmasıydı. Hatırladığım bir tek Jo'nun pozisyonu var ilk yarıdan. İlk yarının sonunda adeta Eskişehirspor'a armağan edilen golle maçın kaderi çizilmeye başlanmış oldu.. İkinci yarıda defansın ilk yarıda yaptığı hataların devam etmesiyle gelen gol de maçın sonucunu büyük ölçüde belirlemiş oldu. Tabii, Leo Franco'nun katkılarını da yok saymamak olmaz. Ne zamandır iyi gidiyor derken, ona neden kaledeyken güvenemediğimi bir kez daha hatırlatmış oldu.
Arda son bir kaç maçta yorgunluğunun sinyallerini veriyordu ve bu maçtaki zayıf performansıyla, artık dinlenmesi gerektiğini göstermiş oldu. Zorlu Trabzonspor ve Fenerbahçe maçları öncesinde gördüğü sarı kartla cezalı duruma düşmesi de bir nebze iyi oldu denilebilir bu yüzden. Haftaya Ankaragücü maçında oynamayarak, dinlenip bir an evvel toparlanamaya ihtiyacı var Kaptan'ın. Ayhan Akman saç- baş yoldurttu son zamanlarda oynadığı her maçta yaptığı gibi. Mehmet Topal da aynı şekilde. Onun ve defansta Servet'in yaptığı hatalar sayesinde sezonun en saçma, en olmaması gereken gollerinden birini yedik sanırım. Lucas Neill-Emre Güngör ikilisiyle de mutluyduk ya biz. Beraber oynadıkları maçlardaki performanslarıyla oldukça başarılı bir uyum oluşturduklarını göstermişlerdi. Servet'le olmuyormuş artık bu iş, bunu da bugün acı bir şekilde izledik ne yazık ki.

Değinmemek olmaz, maçın yıldızı(!) Koray ve eliydi desem yalan olmaz herhalde. Galatasaray çok mu iyi oynadı? Hayır. Mehmet Topal'ın ilk goldeki katkıları göz ardı edilemeyecek kadar fazlaydı. Leo Franco, defans, ortasaha hatalarıyla gollere davetiye çıkardılar. Ama herşey bir kenara, o eli nasıl görmez bir hakem, buna şaşırıyorum ben. Gerçi, görmez değil görmemezlikten gelir demem lazımdı aslında.. Üstelik bu Koray'ın maç içindeki ilk elle oynaması da değildi bu. Sonuç olarak, 2 sarı karttan kırmızı kart görmesi gereken Koray'ın attığı iki golle 2-1 yenilmiş olduk. Koray olmasa bir başkası atacaktı belki golleri, dediğim gibi Galatasaray kusursuz bir futbol oynamıyordu ama, sürekli böyle hatalarla karşılaşmak gittikçe daha can sıkıcı bir hal almaya başlıyor.
Çok önemli deplasmandı ve alınabilecek 3 puan çok büyük avantaj sağlayacaktı, ama daha Mayıs'a kadar çok hafta, çok maç var. Umarım ki, şampiyonluk yolunda kaybedilen son üç puandır bu, ve bundan sonra yolumuza kayıpsız devam ederiz.

Read more...

Sürpriz!

7 Mart 2010 Pazar



Her ay Galatasaray Dergisi'ni okurken ve Bir gün bizim blogu da yazarlar mı, ama neden yazsınlar ki bizi o kadar iyi blog varken diye düşünüyorken, bugün derginin Mart sayısını elime alıp sayfaları çevirmeye başlayınca beni çok çok mutlu eden bu yazıyla karşılaştım. Blogumuza Galatasaray Dergisi'nde yer vermişler.
Ceyda'yla beraber "o kadar tartışıyoruz konuşuyoruz futbolu.. bizim de bi' blogumuz olsun, hadi" diyerek bu işe başladığımızda, ne bu işten sıkılmayacağıma hatta tersine her gün yazı yazmanın daha keyifli bir hale geleceğine, ne de tahmin ettiğimden de çok kişi tarafından okunabileceğimize imkan vermiyordum.. Ceyda'nın bilgisayarının başına gelen aksiliklerden dolayı değil bloga, internete bile giremeyeceğini öğrendiğimde bunun altından tek başına kalkamam diye bırakmayı bile düşündüm hatta, ama iyi ki bırakmamışım diyorum şimdi.
Bloguma yer verdikleri için çok teşekkürler, imla konusundaki eleştirilerine de teşekkür ediyorum ayrıca, eleştiri de olsa bu kadar dikkatle okunduğumu bilmek mutlu etti.

Read more...

Tugay Kerimoğlu

4 Mart 2010 Perşembe

Bu fotoğrafı gördüğüm zaman, Tugay'ın yanındaki gençlerin gelecekte Galatasaray'ın ve Avrupa'nın büyük takımlarının birer yıldızı olabileceği ihtimalini düşünmek bile heyecanlandırdı.

Hâlihazırda altyapının başında Evert Jan Derks varken, Tugay'ın gelişi Jan Derks'in görevine devam edip etmeyeceği konusunda soru işaretleri oluşturmuştu aslında, ama Adnan Polat'ın bugün yapılan imza törenindeki "Şimdi buradaki müfredatın yapılanmasında Tugay’la birlikte çalışmalarını sürdürecek" cümlesi Jan Derks'in görevine devam edeceğini doğrular nitelikteydi sanıyorum ki. Kesin olan birşey var ki, o da geleceğimizin emin ellerde olduğu.

Ayrıca, "Yeni Ardalar, Hakanlar, Okanlar, Hasan Şaşlar yetiştirmek için buradayım"
demiş Tugay Kerimoğlu imza töreninde. Buraya, ait olduğu yere; Galatasaray'a hoşgeldi. Yeni görevi hayırlı olsun.

Read more...

Galatasaray:4-1:Kasımpaşa

1 Mart 2010 Pazartesi


Asıl diyeceklerime başlamadan önce söylemem gereken bi'şey var;

Hoşgeldin Sabri!

Bugün gazetede Ata Demirer'in röportajı vardı, ve orada Sabri hakkında söylediklerini okuduktan sonra bugün heralde ilk 11de başlasa keşke diye içimden geçirmiştim, dediğim gibi de oldu. Bunu bir gün söyleyeceğim hiç aklıma gelmezdi ama çok özlemişim ya. Yediğimiz golde hatası vardı evet, dağlar taşlarla da özlem giderdi baya, ama kendisinin de dediği gibi daha sakatlıktan yeni çıktı ve toparlanmaya ihtiyacı var. Kaldı ki bu hali bile gayet iyiydi. Daha da iyi olacak ilerleyen maçlarda.
Gio'ya da ayrı bir parantez açılması gerekiyor sanırım. Ondan umudu kesip, "Bundan birşey olmaz, yanlış transfer" cilerden olmasam da kesinlikle daha zamana ihtiyacı olduğunu düşünüyordum. İşte o ihtiyacı olan zaman geçmiş nihayet, ve ayakta alkışlanacak performans sergiledi bugün Gio. Tıpkı Elano'nun sezon başındaki hali gibi, o da sonradan kendini buldu ve bu uzun süre devam eder umarım. Mükemmeldi, maçın yıldızıydı.

Keita için söylenecek söz yok, onun olduğu her maç daha bir güzel. Attığı gol jeneriklikti, gol sevinciyse şahaneydi. Arda yapabileceğinin en iyisini yaptı golüyle asistiyle çok iyiydi. Defanstaki Servet&Neill uyumuysa maşallah dedirtecek cinstendi. Neill hakkında her maç övgü dolu sözler söylüyorum zaten, bu maç içerisinde de söyledim durdum. İyi ki gelmiş bize.


Genel olarak uzun zamandır izlemeye hasret kaldığımız türden bir 90 dakikaydı. Bunda Kasımpaşa'nın oynadığı futbolun da etkisi vardı tabi. Bilindik "Anadolu Takımı Futbolu"nun tam tersi bir oyun sergilemeleri, maçın bir o kalede bir bu kalede heyecan içinde takip edilmesini sağladı. Sonunda 4-1 gibi güzel bir skorla da yendik ya, daha ne isterim. Geçen hafta, takıma Kewell Baros Sabri katıldığında ligin ilk haftalarındaki gibi bir Galatasaray'ı görmek rüya değil demiştim, Kewell ve Baros katılmadan bile rahatca sezonun en iyi maçı diyebileceğimiz bir 90 dakika izleyebiliyorsak, onlar geldikten sonra sürekli farklı galibiyetler ve kusursuz performansla oynayacağımız günler gelecek diye düşünmeye başladım şimdiden. Dakika 80 küsürken heyecandan tırnaklarımı yemek ve bilinçsizce sağa sola yürümek yerine arkama yaslanıp çayımı içmenin nasıl rahat bir duygu olduğunu unutmuştum, bu maçta bunu hatırlattı Galatasaray'ım.

Read more...

Dön, dayanamıyorum artık..

28 Şubat 2010 Pazar


Çocuklar yine tribünde olsun, ama siz artık sahada olun ya. Bu fotoğrafa her baktığımda "keşke.." diyerek gözlerim dolmasın artık. Çok özledik, çook.

** Şarkı onlara gitsin.

Read more...

.....

25 Şubat 2010 Perşembe

Nasıl şeref yoksunu bi insansın sen be hakem! Oynadığımız futbolu, yenilen golleri elenmemizi herşeyi geçtim, o verdiği saçmasapan kararlar maçın kaderini değiştirdi ya. Maçı başından beri katletmesine alışıyorduk artık zaten de, yok saydığı penaltıya ne demeli ?Ayıptır, yazıktır. O pozisyonu görmemek için kör olması gerekir insanın ya, hiç mi vicdanı sızlamadı bu pozisyonu yok saydığında. Beddua etmeyi hiç sevmem, elimden geldiğince de sustururum kendimi birine beddua edesim geldiğinde ama, bu gece hayatımın bedduasını etmiştimdir heralde. Zira fazlasıyla hakeden bir insan(!) dı adını hatırlamadığım ve hatırlamak bile istemediğim italyan hakem bozuntusu. kulakları bir hayli çınlıyordur eminim ki.
6 hakem uygulamasının da yine hiç bir halta yaramadığını çok acı bir şekilde görmüş olduk bu maçla beraber. zaten bu kafayla gittiği sürece bırak 6, 66 hakem olsa hiç birşey farketmezdi yine bariz penaltımızı yerlerdi. Sahada kalabalık yaratmaktan başka hiç bir vasfı yok fazlalık hakemlerin. Peki ya Caner'e ne demeli? Hepimiz çok sinirlendik ama sen sahadasın çocum ya! Ona buna saldırması değil, inadına sakinliğini koruması gerekirdi. Penaltı kararı verilmeyince daha da sinirlenip kırmızı kart görene ödül falan vermiyorlar bildiğim kadarıyla. Geçen maçta yenilen goldeki hatasının üzerine bu büyük hatası tuz biber oldu. Tur Caner yüzünden gitti demek haksızlık olur, ama atleticonun turu geçmesi için yaptığı katkılar da farkedilmeyecek gibi değil! Bir tek şeyden eminim ki aradan yıllar geçtiğinde şu iki Atletico Maçından bahsedildiği zaman aklıma gelecek ilk isim Caner olacak. Bravo kendisine 2 maçta da kendisini çok iyi hatırlayabileceğimiz vukuatlara imza attığı için.
Elano neden hiç bir maçta 90'ı göremiyor onu da iyice merak etmeye başladım ben. Gerçi ilk yarıda ciddi bir sakatlık pozisyonu geçirdi, ama o oyundan çıkmasa herşey daha farklı olurdu sanki. Atletico daha baskılıydı, zaten sakatlar çok fazla, santrafor yok.. yok da yok, ama bu turu geçebilirdik ya. bir adım kalmıştı. 1-1ken bile umudu vardı milyonlarca insanın. Penaltı kararı verilmediğinde bile inanıyorduk hepimiz bu işin olacağına. Ta ki Caner çıkana kadar. Sonrasında 2.golün geleceği apaçık ortadaydı ve geldi de. Seneye bu sene yapılan hatalardan ders alarak daha iyi şeyler başarabiliriz umarım, şimdi zaman lige asılma zamanıdır..


**Çok sinirliyim, ancak bu kadar toparlayabildim cümleleri.

Read more...

Beklenen Sonuç

21 Şubat 2010 Pazar


Zorlamadan, yorulmadan, her ne kadar beraberlik de olsa istediğini alan taraf Galatasaray oldu bu akşam. Arda'nın sakatlığı da ciddi değilmiş bir kaç yerde okuduğum kadarıyla. Perşembe günü sahada olmalı, ona fazlasıyla ihtiyacımız olacak.
Lucas Neill-Emre Güngör ikilisi böyle devam ettiği sürece Servet'e yedek kulübesinin yolu daha çok görünecek demektir. Bu ikilinin uyumuna diyebileceğim tek şeyse "nazar değmesin" olur heralde. Lucas-Emre ikilisi demişken, nokta transfer diye bir tabir varsa karşısına yazılması gereken iki kelime Lucas Neill olmalıdır. Yerini her geçen maçta daha fazla sağlamlaştırıyor.
Leo Franco'ya da son iki maçtır bir haller oldu yahu. Son zamanlarda yenilen gollerin en büyük sorumlusu gitmiş yerine başkası gelmiş sanki. Atletico maçında olduğu gibi derbide de maçın yıldızlarından biriydi. hakkında düşündüklerimi yavaş yavaş geri mi almaya başlıyorum ne. Ona da nazar değmesin diyeyim de, zira daha önümüzde çok önemli maçlar var.
Uğur Uçar, canımız ciğerimiz, bizden biri. Ama bana "nerdesin Sabri" dedirtti bu akşamki kötü performansıyla. Her gün resmi sitedeki idman raporunu "Sabri antremanın tamamında takımla beraber çalıştı" cümlesini bulmak için okur hale geldim zaten bu aralar. En formda olduğu anda yaşadığı sakatlık çok talihsiz oldu malesef, geri döndüğünde sakatlık öncesindeki son hali gibi oynamaya devam eder umarım.
Bunca eksiğiyle ve daha üç gün önce zorlu Atletico Madrid deplasmanından çıkmış olmanın yorgunluğunu yaşayan Galatasaray, derbi motivasyonuyla maçın özellikle ilk yarısında oldukça iyi oynayan Beşiktaş karşısında öne geçerek, ardından şanssız bir gol yese de 1 puanı alarak alnının akıyla derbiyi atlatmış oldu böylece. Daha önce arkadaşlarımla konuşurken, hatta daha maç başlamadan bir iki saat önce bu maç beraberlikle biter kesin diyen biri olarak bu skor mutsuz da etmedi beni. Şimdi sırada Atletico Maçı var. Sonrası içinse umudum büyük. Daha Baros gelecek, Kewell gelecek, Sabri gelecek bu takıma. Bu kadro üzerine onlar eklendiğindeyse ligin ilk haftalarındaki gibi bir Galatasaray'ı görmek rüya değil diye düşünüyorum, umarım haklı çıkarım.

Read more...

Atletico Madrid:1-Galatasaray:1

19 Şubat 2010 Cuma

Korkuyodum ben ya bu maçtan. Baya hem de. Günlerdir rüyamda görüyordum, hatta geçen gece basın toplantısını bile gördüm Rijkaard'ın rüyamda, bir dahaki seneye artık diyordu.(Buradan da anlaşıldığı üzere rüyalar tersine çıkarmış :) ) Ama bir yandan içimde hep bir umut vardı ve Galatasaray adının olduğu her yerde umut vardır sözünün bir örneği daha yaşandı dün gece Vicente Calderon'da. Diğer örneği de inşallah haftaya Ali Sami Yen'de yaşanacak. Zor rakip, deplasman maçı, sakatlar eksiklikler çok fazla, santrafor yok ama 1-1'le dönüyoruz işte İstanbul'a. Bu da yetiyor şu anda.
Takıma alışma süreci psikolojisi Aussie'lerde olmayan bir şey sanırım, bu tezi ciddi ciddi kanıtlamak üzereyim. Suyunda mı var bunların yahu, hepsi mi böyle mükemmel, böyle asil olur? Lucas Neill için maçın en iyi ismiydi denilebilir, yalnız bu maçta değil bütün maçlarda böyle gerçi. Tecrübesinin getirdiği özgüveniyle, soğukkanlılığıyla sanki yıllardır Galatasaray'da oynuyormuş gibi. Elano Blumer de Lucas Neill gibi maçın en iyilerinden biriydi. Milan Baros ve Harry Kewell döndükten sonra bu yeteneklerinin maç skoruna olumlu yönde daha fazla etki edeceğine inanıyorum.
Leo Franco maç başında yediği gol ve ardından yaptığı hatalarla "eyvah" dedirtmeye başlamışken bir anda maçı kurtaran isim haline geldi. Keita için de aynı durum geçerliydi. Maçın başındaki futboluyla maç sonundaki futbolu arasında bir hayli fark vardır sanırım. İkinci yarı oldukça iyiydi. Attığı golse harikaydı.
İlk yarıda maçın gidişatı "acaba?" diyerek korkutmuş da olsa, ikinci yarının ortalarına gelindiğinde o golün geleceği belliydi zaten. Ve 76.dakika'da Keita'nın müthiş golüyle maçta durum 1-1 oldu. Neredeyse 2.gol de geliyordu hatta , o kaçan goller de Ali Sami Yen'de kaleyi bulsun.
Daha birkaç gün önce aynı stadda Barcelona karşısında oynayan takımla bugün Galatasaray karşısında oynayan takım aynı değildi sanki ya. Ya da ben mi gözümde fazla büyüttüm bilmiyorum, ama bu Atletico Madrid'i yeneriz haftaya Asy'de. Yenmeliyiz. 0-0 avantajı da bize geçti ama bol gollü bir maç olur sanki, öyle doğuyor içime.

Read more...

Sevgililer Günü.

14 Şubat 2010 Pazar


Blogun adının en çok anlam kazandığı gün bugün.
Bundan 9 yıl önce, bir 14 Şubat'ta oynanan Deportivo maçında açılan pankarttan ilham alarak bu ismi koymaya karar verdik blogumuza. İlk aşkımız, tek aşkımız ve hiç bir zaman değişmeyecek aşkımız Galatasaray olduğu için. Bizim için "Only Galatasaray" olduğu için. Ve bugün, Sevgililer Günü'nde en güzel hediye geldi aşkımızdan. 14 Şubat'ta gelen liderlik 16 Mayıs'ta şampiyonlukla tamamlansın inşallah.

Dipnot:Bu da blogdaki 100.post'tur. Hayırlı uğurlu olsundur.

Read more...

Olmadı.

11 Şubat 2010 Perşembe


Yazık oldu ya.

Çok hem de.
Hiçbir galibiyette bu kadar üzülmemiştim sanırım. Mustafa Sarp dünyaları kaçırmak yerine kaçırdıklarının en azından yarısını golle sonuçlandırsaydı, Keita ve Gio bu kadar kötü oynamasaydı, hatta Emre Çolak ilk11de sahaya çıksaydı her şey daha farklı olabilirdi şu an. Yarı final ellerimizden kayıp gitti resmen. Hem de kazanmamıza rağmen.
Duruma iyi niyetle yaklaşsam; çok iyi oynadık, çok şanssızdık, top kaleden çok direkleri gördü. Hem Emre Çolak yıldızlaştı, Elano geri döndü, Neill iyi ki geldi sayesinde Emre Güngör müthiş oynuyor. Ama şanssız bir şekilde elendik derdim.
Ama diyemiyorum, maçın büyük bir bölümünde bu kadar iyi oynamışken, birbirinden güzel 2 gol atmışken, hep böyle oynasak da bu maç bitmese izlesek diyorken, 90 dakika sonunda kupadan böyle şanssız bir şekilde elenmeyi kabullenmek istemiyorum.

Umarım, ne zamandır göremediğimiz ve bu maçta fazlasıyla mutlu eden bu güzel futbol, böyle ara paslar, top çalmalar, şutlar ilerleyen maçlarda da devam eder. Şanssızlık tek maçlık olsun, diğer maçlarda daha mutlu galibiyetler yaşansın.
Diyecek daha çok şey var aslında ama, yazasım yok pek. Bir de insan düşünmeden edemiyor, akşam oynanan futbolun yanında bir de Baros sahada olsa her şey daha farklı olur muydu diye? Ah bu sakatlıklar..

Read more...

Çuval Giysen Yakışır!

10 Şubat 2010 Çarşamba


Veya delikli bir t-shirt! O da yakışır, yakışmış da zaten çok.
Dön artık Lord, bu havaalanına bir dahaki gidişin İstanbul'a dönmek için olsun.
özledik çok.

Read more...

El Comandante

5 Şubat 2010 Cuma


Bu gözlerin canlı canlı izlediği en büyük efsane,
iyi ki doğdun.. Nice 45 yıllara..

Read more...

En az 3 hafta..

4 Şubat 2010 Perşembe


Sağlık kurulu böyle bir açıklama yapmış Jo'nun sakatlığıyla ilgili.
En az 3 hafta sahalara dönemeyecekmiş. Geçen seneki stopersizlik kabusunun yerini bu sene santraforsuzluk kabusu aldı. Üstelik bu 3 haftanın yanındaki "en az" kelimesi de yeterince korkutucu, zira bizim sağlık ekibinin eline düşenin sakatlık süresi en az iki katına çıkıyor.. Umarım bizim sağlık ekibinin önceki vukuatlarını duymuştur birilerinden de, kendine yeni bir doktor aramaya başlamıştır. Yalnız Jo'yla da sınırlı değil dünkü maçın bilançosu, resmi sitedeki Cola Turka İdman Raporu kabus gibi. Sakatlar yerine sağlam kalanları yazsalar daha az yer kaplardı sanırım. Kayserispor maçına nasıl bir kadro oluşturacak Rijkaard ve ekibi, merakla ve korkuyla bekliyorum. Antalyaspor'lu futbolcular, pardon kasaplar, mutludurlar herhalde şimdi, amaçlarına fazlasıyla ulaştılar.

Read more...

Antalyaspor:2-Galatasaray:1

3 Şubat 2010 Çarşamba






Öyle düşünüyorum ki sezonun en kötü maçlarından biri oynandı bu akşam. Daha kötüsünü de sezon boyunca görmeyiz umarım. Sakatlıklar gittikçe daha can sıkıcı bir hal almaya başladı, Baros yok, Kewell yok, Sabri yok, Hakan Balta yok, yok da yok yani.. Ha bir de Keita yok, ceza falan denildi ne kadar doğrudur bilmiyorum ama ona çok ihiyacımız olduğu en önemli gerçek bence. Bunca eksiğin üzerine bir de Jo sakatlanınca avantajlı taraf biz olmamıza rağmen maçın ellerimizden kayıp gitme ihtimalinin arttığı neredeyse kesinleşmişti zaten. Jo ve sakatlık demişken umarım Jo'nun sakatlığı ciddi değildir, yeni yine yeniden bir sağlık ekibi faciası gerçekleşmesin ve en kısa zamanda sahadaki yerini alsın.

Pazar günü onu Ligtv'de yorumculuk yaparken gördüğümde söylemiştim, şimdi bir daha söylüyorum "geri dön be sabri!" Geri dönsün de sezon başından beri oynadığı süper performansıyla oynamaya devam etsin. Keita neden hala oynamaya başlamadı diye düşünüyordum, meğer geç katılmış takıma. Elbet geçerli bir sebebi vardır, ama umarım Kayserispor maçından itibaren kadroda yer almaya başlar. Takımın ona ne kadar ihtiyacı olduğu bugün bir kez daha belli oldu.
İlk yarı Arda oldukça iyiydi, attığı gol de son zamanlarda gördüğüm en güzel gollerinden biriydi ama sonrasında pek bir varlık gösteremedi, özellikle ikinci yarı yaptığı hatalardan belli oluyordu ne kadar dağıldığı. Gerçi neredeyse bütün futbolcular "bitse de gitsek" havasında oynadılar.. Elano keşke ilk11'de başlasaydı, zira sahadaki en iyi isimlerden biri oydu. Neill de aynı şekilde büyük ölçüde istikrarlı bir oyun sergiledi maç boyunca. Gio henüz takıma adapte olamamış, bu da oldukça normal aslında. Zorlu A.Madrid maçlarına kadar bu problem çözülecektir. Çözülmesi de lazım, yoksa olabilecekleri düşünmek dahi istemiyorum.

Ufuk Ceylan, Galatasaray kariyerindeki ilk iki golünü yedi. Yüzde yüz hatalıydı demek yanlış olur, defansın payı oldukça büyüktü gollerde. Goller haricinde de oldukça iyiydi, hatta Leo Franco'nun şimdiye kadar yaptığı hataları düşündüğüm zaman Ufuk Lig maçlarında da oynamaya başlamalı diye düşünüyorum. En azından kaledeyken güven veriyor, böyle kendini geliştirerek devam ettiği sürece Galatasaray'da 1.kaleci olarak oynayacağı günler çok da uzakta değil gibi geliyor bana.

Bunca olumsuzluğa rağmen en kötüsünü de düşünmemek gerekiyor hemen. Daha bunun Ali Sami Yen'de oynanacak rövanşı var. Fakat, maçı anlatan(katleden) Ömer Üründül ve Levent Özçelik'in sürekli "Galatasaray 2-1'i korumaya çalışıyor" demesi , en kötüsü de bunda haklı olmaları Galatasaray kalitesine yakışmıyor. Frank Rijkaard ve ekibine güvenimiz sonsuz ama böyle bir ilk11 tercihiyle bir daha sahaya çıkılmaz umarım.. Ve, her şeyden önemlisi son maçlarda takımın üzerine çöken ruhsuzluktan kurtulması gerekiyor, üstüste gelen sakatlıklar mı yoksa yeni transferlere alışamamış olmak mı bunun sebebi, bilmiyorum ama bizi bekleyen zorlu maç dönemi bu şekilde hiç de iyi bir şekilde aşılamaz.



Son olarak..
artık sinirden delirmek üzereyken ekranda görünüp, o anlık bütün sinirimi kızgınlığımı unutturdun ya.. iyi ki varsın ya Hagi.

Read more...

  © Blogger templates Newspaper by Ourblogtemplates.com 2008

Back to TOP