Hazırlanmış bir yere gidiyor gibisin...

22 Mayıs 2010 Cumartesi



Ellerim titriyor şu an, gözyaşlarım durmuyor akıyor. Söyleyecek çok fazla sözüm olup da kelimelere dökememek nedir bugün anlıyorum. Bir gün Kewell'a veda edeceğimizi, bir daha Galatasaray'da oynamayacağını, buradan gideceğini biliyordum elbet ama, böyle bir vedayı Hiç düşünmemiştim, aklıma bile getirmemiştim... Aylar önce onun gitme ihtimali için bile fırtınalar koparırken, şimdi o gidiyor ve ne desek ne yapsak ne kadar isyan edersek edelim fayda etmiyor. Sakatlandığı günden beri takıma döneceği günün hesabını yaparken bir daha Galatasaray formasını giyemeyecek mi şimdi? Kafamı kaldırıyorum duvarda Kewell posteri, önünde masada Galatasaray Dergisi'nin yılbaşında verdiği takvim, Şubat ayındaki Kewell fotoğrafı duruyor hala. Seneye nasıl bakarım ki ben bu postere bu takvime içim acımadan. Ya da, bir daha Daddy Cool dinleyebilir miyim ki içim sızlamadan?

Geldiği o Temmuz 2008 günü deliler gibi sevindiğimi hatırlıyorum. Leeds United'da oynadığı yıllardan beri takip ettiğim Kewell Türkiye'ye, Galatasaray'a, takımıma geliyordu. Turuncu formayı Kewell sayesinde sevdim ben. İmza töreninde üstüne giydiğinde, "Harry Kewell Gülüşü"nü ilk kez gördüğüm o gün sevdim, o gün gittim aldım o formayı-sonradan Kewell'a imzalattığım formayı-. İlk maçında attı golünü, oyuna girer girmez. O zaman inandık işte onun lakabı gibi bir Oz Büyücüsü olduğuna. Oynadığı her maçla, attığı her golle kalbimizdeki yerini bir kere daha sağlamlaştırdı. Farklıydı o, yeteneğinin yanında karakteriyle, asilliğiyle, mütevazılığıyla her şeyiyle gönlümüzde taht kurdu. Dalga geçer gibi 90. dakikada oyuna alınıp da sonrasında isyan etmeyen kaç tane futbolcu vardır şu dünyada? Hamburg gibi bir takımın karşısında 30 dakika stoper oynamak zorunda kalan ve bunu sanki yıllardır stopermiş gibi başarıyla yerine getiren kaç tane futbolcu vardır ki Kewell gibi.. Yoktur, onun gibisi yok çünkü.

Liverpool gibi taraftarıyla ün salmış bir takımdan gelip de her röportajında İstanbul'da ne kadar mutlu olduğundan Galatasaray taraftarının muhteşemliğinden bahseden Kewell, şimdi gönderiliyor. Müzmin sakat diyorlar, desinler! Sakatlıklarının uzun sürmesindeki en büyük sebeplerden biri karaciğerindeki rahatsızlık ama bu hastalık yeni çıkmadı ki, bilinerek alındı Kewell, şimdi kimsenin çıkıp da hasta sakat o yüzden gönderiyoruz demeye hakkı yok. Kaldı ki şu 2 sezonda oynamadığı maçlara rağmen yaptıkları apaçık ortada. Bu sezon sakatlandığı o lanet maça kadar takımı sırtlayan, Milan Baros'un yokluğunda goller atan, takımı motive eden Kewell'dı. Şimdi neden bunlar yok sayılıyor? Sakatlığının uzaması çok büyük aksilikti ama Linderoth'un sakatlığına bu kadar tahammül ettikten sonra Kewell'ın böyle veda bile edemeden gönderilecek olmasını kabullenemem ben, kimse kabullenemez.

Kaldı ki razıyım ben, varsın ilk11de olmasın, yedek kalsın. Onu geçtim, kadroya alınmasın ama kalsın. Asilliğiyle profesyonelliğiyle tecrübesiyle takımı motive etsin, hakem Sabri'ye haksızlık yaptığında onu savunsun, takım arkadaşına faul yapan futbolcuya "Fuck Off" desin, ama kalsın. Gitmesin buralardan.

Ufacık da olsa bir umut var hala, sözleşmesinin biteceği 31 Mayıs 2010'a kadar. Haldun Üstünel'in açıklamalarının olduğu Lig Tv videosunda da Kewell hakkında birşey söylenmemiş. Haberler doğru olsa da kesin birşey yok yani. Hala zaman var, hala umut var. Yarım sezonu sakat geçirip, koskoca 4 ayda sadece 5 dakika oynayıp takıma veda bile edemeden gidişi bütün taraftarları kahreder, işte bu yüzden kalmayı hakediyor Harry Kewell. "Kewell from Galatasaray" o. "They said it's over, he can't stand up, he can't play" dedikleri anda Galatasaray'da yeniden doğdu. Şimdi yine herşey bitti diyorlar onun için, ve o Galatasaray'da yeni sezonda yeniden doğmayı fazlasıyla hakediyor.

Bu kadar yazdım, ama hala hoşçakal yazamadım, yolu açık olsun yazamadım. İçim elvermiyor ki, elim gitmiyor ki. Resmi siteden açıklamayı görene kadar da elvermeyecek, kendimi kandırmaya devam edeceğim o güne kadar, "kalır belki" diye.

Read more...

Ben her bahar aşık olurum, filizlenir anılarda gururum...

17 Mayıs 2010 Pazartesi



2000 yılında, 11 yaşında bir kız çocuğu olarak şu an olduğu kadar ilgim yoktu futbola. Ama, hayatımda 90 dakika boyunca maç izlediğini görmediğim annemin bile çeyrek final, yarı final maçlarını izlediği bir süreçte benim de maçları izliyor olmam kaçınılmazdı. Daha çeyrek finaldeyken babamın verdiği "kupayı kazanırsanız bayrak ve forman benden" sözüyle onlar izlerken daha bir ilgiyle takip etmeye başlamıştım maçları. İşte bu yüzden, bana futbolu sevdiren dönemdir Uefa Kupasına uzanan o yolculuk.
Ve o gün, o 17 Mayıs günü, maç boyunca televizyon karşısında uyukladıktan sonra uzatmalarda uyanmak, uzatmaları ve penaltıları büyük bir heyecan içinde izlemek ve sonrasında şampiyonluk turuna çıkmak Galatasaray'ın Uefa Kupası'nı kazanmasından daha büyük bir mucizeydi benim için. Uyumaya devam edip kupanın alınışına tanıklık edememiş olsam hayatımın en büyük pişmanlığı olabilirdi herhalde. O günden aklımda kalan en belirgin ansa Parken Stadı'nda futbolcular, Fatih Terim, seyirciler, herkes ağlarken bizim evde de annemin, babamın, maçı beraber izlediğimiz aile dostlarımızın hep birlikte ağlamasıydı. Sevinç gözyaşlarının ne demek olduğunu o gün öğrendim ben.

Değil 10 yıl, 100 yıl geçse bile yine unutulmaz. Yine ilk günkü gibi hatırlanır 17 Mayıs 2000 günü. Kutlu olsun.

Read more...

Şampiyon Bursaspor


Dün akşam ne Fenerbahçe'nin ne de Bursaspor'un maçını izleyebildim. Çünkü Gençlerbirliği-Galatasaray maçını izlemek için Ankara 19 Mayıs Stadı'ndaydım. Galatasaray'ıma bu sezonluk veda etmek, takımdan gidecek futbolcuları son kez izlemek ve tabii ki de Emre Aşık'ın çıktığı son maça tanıklık etmek için oradaydım. Benim gibi düşünen taraftar sayısı da oldukça fazlaydı ki, tahmin ettiğimden çok daha kalabalıktı dün 19 Mayıs Stadı.
Maça gelince, yabancı futbolcular sezonun bitimini beklemeden ülkelerine gittiği için yedek ağırlıklı genç bir kadroyla çıktığımız maç sonunda 2-1 yenilerek 09/10 sezonunu 3. olarak tamamladık. Yenildik ama ben şimdiye kadar gittiğim hiç bir maçta bu kadar çok eğlendiğimi hatırlamıyorum. Sadece ben değil, bütün stad aynı durumdaydık. Trabzon 1-1 yaptıktan sonra kimsenin aklı sahadaki maçta değildi. Aynı anda maç izleyip, bir yandan radyodan diğer maçları dinleyip, diğer yandan da tezahüratlara eşlik edince bütün konsantreyi sahada oynanan futbola vermek imkansızdı zaten. Maç boyunca sesimiz en çok Bursa ve Trabzon'un gol haberlerinde çıktı, maç bittiğindeyse Bursa'nın şampiyonluk haberi geldiğinde bütün stad göbek atıyorduk. 90 dakika boyunca kısılmayan sesim, maç sonrasında öyle bir kısıldı ki şu anda fısıldayarak konuşabiliyorum. Bu 2-2 mevzusunuysa sadece bizim stadda çıkan bir dedikoduydu sanıyordum ben, gece eve geldiğimde gerçeği öğrendim, meğer durum sandığımdan daha trajikomikmiş!

Bursaspor'u ise gönülden tebrik ediyorum. Sezon boyunca bütün takım, bütün Bursa halkı şampiyonluğa inanmıştı, ve sezon sonunda bunu başardılar. Bu başarıları hafife alınmayacak derecede büyük. Bu şampiyonlukta emeği geçen herkese helal olsun.

Read more...

Mehmet Topal

13 Mayıs 2010 Perşembe


Transfer teklifi geldi, gidiyor, gidecek derken dün resmi site tarafından doğrulandı Mehmet Topal'ın Valencia transferi. Bugün de Florya Metin Oktay Tesisleri'nde Adnan Polat tarafından plaket verilmiş kendisine.
Umarım ki uzun seneler boyunca orada oynar ve ileride Tugay gibi yaptıklarıyla övünebileceğimiz bir futbolcumuz daha olur. Yolu açık olsun.

Read more...

Seni Her Halinle Seviyorum

8 Mayıs 2010 Cumartesi

Ligin fikstürü belli olduğu vakit, Gözde ile en büyük isteklerimizden birinin gerçekleşeceğine inanmıştık. Canlı kanlı bir şampiyonluk, akabinde gelen mutluluk ve Şampiyonlar Ligi. Ama bir şeyin hayalini ne kadar kurarsanız, gerçeklerden o kadar uzaklaşırsınız. Bizim için de bu böyle oldu maalesef. Ligin başında gelen Rijkaard ve iyi transfer haberleri, artık birşeylerin farklı olacağına, değişimin başlayacağına olan inanç. -Gerçi birşey bitmiş değil, hala değişim ve başarı için uzun yıllar var önümüzde, ama biz sene başında 'sabır' derken bile şampiyonluk turlarını düşlüyorduk...

İstanbullu arkadaşlar en Galatasaray'lı olanlardır. Onlar bu bahsettiklerimi anlayamazlar. En mükemmel maçları yaşar, en iyi şampiyonluk kutlar, en iyi transferleri havaalanında onlar karşılar. Yeri geldiğinde en iyi onlar harcar futbolcuları.
Eğer farklı bir ilde yaşıyorsan uzaksın herşeye. İnternetten kopuğum 4-5 aydır, spor kanalları, gazeteler ve gözde olmasa hiçbirşeyden haberim olmaz. Zordur farklı bir ilde taraftar olmak. Ülkenin başkenti de olsa, dağın başı da. Birşeyleri hep eksik yaşarsın, şampiyonluk olur deli gibi sevinirsin ama 'orada olmak vardı' fikri hep yerleşir kafanda bir yerlere. Sokağa çıkarsın deli gibi bağırırsın ama bir yandan stad da olanları kıskanırsın. Arada önemli maçlar olur gidersin belki İstanbul'a ama hiçbir zaman 'tam' olamazsın. Öyle hissedersin.
Ligin son maçının hayaliyle yaşadım bu sezon, hayatımda olumsuzluklar oldu, hep Ankara'da yaşayacağım son maçı düşündüm. Bu fikirden güç aldım, ilk defa 'orada olmak vardı' düşüncesinden kurtulacağıma inandım.
Ama olmadı, suçlu kim bilmiyorum. İstenileni veremeyen futbolcular mı, istikrarı sağlayamayan yönetim mi, yoksa takımı vasatın altında destekleyen İstanbullu arkadaşlar mı.
Belki de yok. Suçlu birileri, ya da birşeyler yok. Böyle olması gerekti. Aslında sorun değil, şampiyon olamazsak ne olur. Başka bir zaman oluruz, başka zaman daha iyi şeyler başarırız. Ama fikstür bir daha son hafta Ankara'yı gösterir mi? Gerçi göstermese ne olur, uzaktan,yakından ne farkeder. Seversen birşeylere tanık olmadan da seversin. Birilerine mi kızmam gerek, Arda'yı mı hırpalıyayım? Haldun Üstünel'i baş tacı yaparken 'jo da olmadı mı sanki' mi diyeyim? Demem asla. 'Orada olmak vardı' ile yaşarım.
Ama benim asıl anlamak istemediğim, her zaman olmak istediğim yerde olan insanların 3-5 puan için takımdan elini ayağını çekmeleri. Stada gidip iki ayrı telden çalmaları, sezon başında kaptan buyurdukları Arda'ya ve takıma yaptıkları. Herkes gider doğru. O stadlar yıkılır, o futbolcular, o tribünler tarih olur. Ben yine olmak istediğim yerde olamam. Ama Galatasaray hep vardır. Bazıları onunla nefes aldıklarının farkında olmasa da, onun değerini tam olarak bilemesede, onu puandan, kupadan ibaret görseler de. Onu her haliyle sevenler uzak da olsa severler. Uzak da olsa onun son maçına gidip , sonunda şampiyonluk ve mutluluk olmayacağını bilseler de, sırf onu izledikleri için mutlu dönerler evlerine.

Read more...

Return Of The Lord

4 Mayıs 2010 Salı

Oyuna Harry Kewell girerken Milan Baros'un sakatlığı nedeniyle çıkması bu sezonun bir özetiydi aslında. Hiç bir zaman tam kadro olamadık, hep birileri sakatlandı onlar iyileşirken başkaları sakatlandı ve şu anda ligde istediğimiz sırada olmayışımızın en büyük nedenlerinden biri haline geldi bu sakatlıklar. Umarım Milan Baros'un sakatlığı ciddi değildir, ve haftaya yine ilk11'de olur. Ne diyordum, Kewell uzun upuzun bir sakatlığın ardından İstanbul Bşb. maçının son dakikalarında oynama şansı buldu. Aylarca burada dönmesi için gün sayan biri olarak ne kadar mutlu olduğumu anlatmaya kelimeler yetmez sanırım. Şimdi tek isteğim Kewell'la sözleşme yenilendiği haberini en kısa zamanda duymak.

Read more...

  © Blogger templates Newspaper by Ourblogtemplates.com 2008

Back to TOP