2009 Biterken..

30 Aralık 2009 Çarşamba


  • Bu yazıyı yazmaya taa geçen hafta başladım aslında. Ama o kadar yoğunum, o kadar vakitsizim ki ancak bitirebildim, aslında tam bitmedi de ama olduğu kadarıyla artık.. Uzun uzun 2009da ve son 10 yılda ne oldu ne bitti yazmak bir yana, paragraf olarak yazdığım yazıyı madde maddeye dönüştürmek zorunda kaldım bir türlü sonu gelmeyince. Biraz daha bekleseydim 2010 Aralık'ta yazacağım yazıya ön hazırlık olarak kalacaktı neredeyse.
  • Bir yılın daha sonuna geldik resmen ya. Zaman mı hızlı akmaya başladı yoksa bana mı öyle geliyor, eskiden daha yavaş geçerdi sanki... Yaşlanıyor muyum ne. 2009'u geçtim, 2000'e girdiğimiz gün bile daha dün gibi sanki..
  • Ne güzeldi 2000 ayrıca, son 10 yılın hangisi en iyisiydi diye sorsalar cevabım kesinlikle 2000 olur. İçindeki 17 Mayıs'ı yeterince güzel yapmaya yetiyor 2000'i.. 2010 da 2000 kadar güzel olsun, daha da güzel olsun hatta.
  • 2009'sa pek parlak geçmedi aslında, 2008 kadar güzel değildi en azından.. Beni mutlu eden olayları elbet vardı tabi, bu yıl 4 kere Galatasaray maçına gittim mesela. Sonra Kewell'ın yüzüne karşı "I love you" diyebildim. Hayatımın ilk iş tecrübesini futboldan sonra en sevdiğim spor olan Formula 1 sayesinde yaşadım ve mükemmel 2 gün geçirdim İstanbul GP'sinde, ama yine de 2008 kadar güzel değildi işte. Tek sayılı yıllar her zaman çift sayılı yıllardan daha kötü geçer hem, bu hep böyledir. Bu yüzden 2010'dan daha bi' umutluyum, daha güzel olacak sanki.
  • Bu sene de yeni yıla ders çalışarak gireceğim ne yazık ki. "dilek tut saat 12de, gerçekleşsin" muhabbeti yapılırken aklımdan geçecek ilk şey finaller olacak muhtemelen. Yeni yıla nasıl girersen öyle geçer sözüne de inanmak istemiyorum bu yüzden, bütün yılım ders çalışarak geçmesin yahu.
  • 2009 demişken; blogdaşım, renkdaşım, ortağım, canım dostum, bir görünüp bir kaybolan, kaybolduğu anlarda fazlasıyla merak ettiğim Ceyda için ayrı bir paragraf açmamak olmaz. Birbirimizi sadece üye olduğumuz ortak siteden tanıyorken ve hiç yüzyüze görüşmemişken, 1 Mayıs 2009 günü Hacettepe maçı öncesinde Galatasaray'ın kaldığı otelin önünde yanıma gelerek "Gözde'sin sen değil mi?" diye sormasaydı ve bununla beraber dostluğumuzun temelini atmamış olsaydık, şu anda bu blog olmayacaktı belki de. İyiki tanışmışız Ceyda. Öncelikle mutlu yıllar sana, sonralıkla da gel ve daha çok yaz artık , özlüyorum ama..
  • Her yeniyıl öncesinde olduğu gibi 2010'da da gerçekleşmesini istediğim pek çok şey var tabi. Ayrıca 2010 diğer yıllardan farklı bir önem taşıyor benim için. 21 yıllık hayatımın en güzel yılı olabilir, böyle bir ihtimali var bu senenin. Hatta biraz daha detaya inmem gerekirse, 2010 Mayısı hayatımın en güzel Mayısı olabilir. Galatasaray'ın 09/10 sezonu Turkcell Super Lig son maçı Ankara'da, Gençlerbirliği'yle ve o maçta, o stadda şampiyonluğa canlı canlı tanık olabilme ihtimali bile ağzımın kulaklarıma varmasına yetiyor, tek bir dilek dile bu seneden, gerçekleşmesi kesin deseler kesinlikle bunu dilerdim, o kadar çok istiyorum. Mayıslar bizim hem zaten, 2010 Mayıs'ı da benim olsun!
  • 2010'dan umutluyum demiştim değil mi? Bunun bir nedeni de Ocak ayının benim açımdan oldukça güzel geçecek olması. 27 Ocak'ta Galatasaray Ankaragücü maçı için Ankara'ya geliyor. 4 Ekim günü yaşadıklarımdan sonra ikinci bir emre kadar her türlü maça gitmem yasaklandı ailem tarafından, her ne kadar diğer maçlar konusunda zaman geçtikçe yumuşayacaklarını düşünsem de, özellikle annem Ankaragücü kelimesini duyunca bile tüyleri diken diken oluyor. Ama gözümü kararttım, gerekirse evden kaçar yine giderim ben bu maça. Ben de korkmuyor değilim, o ayrı ama Mayıs'a kadar Galatasaray'ı göremeyecek olma ihtimali var işin ucunda.
  • 2009'un son 3 ayında hayatıma dahil olmuş ve muhtemelen meslek hayatım boyunca dahil olmaya devam edecek Flash gibi kabus bir programla hazırlamam gereken bir proje, çalışmam gereken onlarca sayfa var ve ben hala buradayım. İşte bu yüzden derhal terkediyorum blogu ve sözlerime son verirken, hepinize dilediğiniz herşeyin bir bir gerçekleştiği bir 2010 diliyorum.





**Foto da buradan alıntı.

Read more...

Vişneye Çalan Koyu Kırmızı

23 Aralık 2009 Çarşamba

Rengi mükemmel, kumaşı mor forma kumaşı gibiymiş- ki bu da mükemmel demek oluyor, sarı çizgiler çok güzel duruyor ve aylar geçmesine rağmen bir türlü gözümün alışamadığı "Türk Telekom" yazısı bu sezon çıkan formalar içinde en çok kırmızı formaya yakışmış. Düz kırmızı formanın çıkacağını öğrendiğim ilk günden beri forma için biriktirdiğim bir miktar param vardı, aylarca o paraya dokunmamak için neler çektim bi ben bilirim! Nihayet artık o bekleyişin sonuna geldim, benim olacaksın kırmızı!

Read more...

Başka İhtimal Var Mıydı?

22 Aralık 2009 Salı

Yoktu tabi ki de,
Fifa Yılın Futbolcusu ödülü Messi'nin.

Read more...

19

Gençlerbirliği maçının tamamını izleyemedim, sonradan izlemiş olsam da uzun uzun yazı yazacak vakit bulamadım bir türlü. Ama Kewell'ın attığı ve -malesef- ofsayt olduğu için geçersiz sayılan gole değinmemek olmaz. Bu nasıl bir vuruştur, nasıl klas bir harekettir yahu. Eğer gol, "gol" olsaydı şüphesiz sezonun en iyi gollerinden biri olacaktı. Elano-Keita-Kewell ortak yapımı olan gol de harikaydı gerçi, Keita Kewell'a gol attırmaya yeminli çıkmıştı maça zaten, gol sonrasındaki sevinci de şahaneydi ayrıca.
Milan Baros'un talihsiz bir şekilde sakatlanmasından sonra ne olacak, ne yaparız derken ligin ilk yarısı bitti resmen. Bu süreçte tek farklı da olsa alınan galibiyetlerde, hatta beraberliklerde en Kewell'ın rolü oldukça fazlaydı , son dönemlerdeki performansı ve attığı goller de bunu gösteriyor zaten. Elano'nun yükselen form grafiği, Keita'nın zaten mükemmel oynaması, devre arasında takıma gelecek takviyeler, ve tabi Baros'un sahalara geri dönmesinden sonra sezon başındaki bol gollü maçlara geri dönüş yaparız diye düşünüyorum, umarım yanılmam.
2 gündür en çok konuşulan konulardan biri olan ve daha da konuşulacak gibi görünen Kewell'ın sayılmayan golü ve attığı golden sonra Elano'yla yaptıkları süper şirin danslarıyla da yazımı bitiriyorum.






Tekrar tekrar söylüyorum, sözleşme imzalanana kadar da söylemeye devam edeceğim;
Stay with us Kewell, lütfen yaa!!

Read more...

6

21 Aralık 2009 Pazartesi


2009 yılı sonlanmak üzereyken yılın takımı kimdi sorusu sorulsa yüzde 99 Barcelona cevabı gelecektir kuşkusuz. Ben kazandıkları 5 kupayı bile arka arkaya ezbere sayamıyorken, Cumartesi günü Fifa Dünya Kulüpler Kupası'nda Estudiantes'i 2-1 yenerek 6.sını kazandı onlar. Kırılması çok zor bir rekor, tekrarlanırsa da yine Barcelona tarafından tekrarlanır heralde bir yılda bu kadar başarı.

Read more...

Stay, stay with us!

19 Aralık 2009 Cumartesi


Harry, Harry Kewell!!

Read more...

Galatasaray-Atletico Madrid

18 Aralık 2009 Cuma

Gelebilecek en zorlu rakiplerden biri geldi. Kazanması zor 2 maç var önümüzde. Evet zor, ama imkansız değil. İlk maçın Madrid'de olması da avantaj ayrıca. Üstelik böyle zorlu bir rakibi devirerek bir üst tura çıkmak -inşallah- daha güzel olacak. Devre arasında yapılacaklar, takıma gelecek takviyeler bir kez daha önem kazandı şimdi.

Read more...

100th Episode

17 Aralık 2009 Perşembe


11 Ocak 2010 günü How I Met Your Mother'ın 100. bölümü yayınlanacak. Benim şimdiye kadar en sevdiğim dizinin en sevdiğim karakteri olan The OC'nin Summer'ı ve aynı zamanda beğendiğim oyunculardan biri olan Rachel Bilson'ın 100. bölümde oynayacağı açıklanmıştı önceden. 100. bölümün Rachel Bilson dışındaki süprizleri de açıklandı geçtiğimiz günlerde. Emmy Ödül Töreni'nde söylediği şarkıyla gönlümüzde bir kez daha taht kurmuş olan Neil Patrick Harris, 100. bölümde de şarkı söyleyecekmiş, hatta promo fotoğraflarına bakılırsa daha çok müzikal havasında geçecek gibi görünüyor 100. bölüm.

Barney Stinson yorumuyla "Singin' in the Sun" oluyor bu da sanırım :)

Read more...

Sturm Graz:1-Galatasaray:0



Sturm'a giden 16 kişilik kadro açıklandığında belli olmuştu zaten Sturm Graz-Galatasaray maçının hazırlık maçı havasında geçeceği. Panatinakos maçıyla grupta liderliği garantileyen Galatasaray prestij maçına çıkıyorken, aynı zamanda ilk11de şans bulamayan oyuncular için de devre arası transfer dönemi öncesinde bir nevi sınav olacaktı bu maç. Maçtan sonra da görüldü ki bu sınavı hiçbiri veremedi. Bir yanım maçın beraberlik veya yenilgiyle sonuçlanacağını düşünürken, bir yanım da gençlerin ilk kez ilk11de oynuyor olmanın getirdiği hırsla maçı kazanacaklarını düşünüyordu, yanılmışım.

Sahanın en iyisi Keita'ydı, ama tek başına onun bu kadar iyi olması yetmedi ve onun hızına ayak uydurabilen kimse olmadığı için de maça skor olarak yansıyamadı bu performansı. Keita kadar iyi ve hırslı oynayan bir futbolcu daha olsaydı sonuç daha farklı olabilirdi belki. Linderoth uzuuun bir zamandan sonra ilk kez ilk11de sahaya çıktı. Çıktı çıkmasına ama oyundan alındığı süreye kadar yüzünü görmek bir yana, adını bile duymadım doğru düzgün.

Aydın, yıllardır hep aynı Aydın. Bu maçta da ona daha önce defalarca verilmiş olup kullanamadığı fırsatı yine kullanamadı ve sahanın en kötülerinden biri oldu o da. Muhtemelen Galatasaray'da ilk11de başladığı son maçıydı zaten.. Servet son zamanlardaki izlediğim en kötü performansıyla sahadaydı, yaptığı akılalmaz hatayla resmen golü Sturm Graz'a hediye etti. Servet'in hediye ettiği gol haricinde sahada 90 dakika boyunca kayda değer hiç birşey yoktu zaten. İki takım da sonuca razıydı.

Kalede Aykut yerine Ufuk'u görmek isterdim. Ufuk'un ilk11de başlayacağını düşünüyordum, Aykut'u görünce şaşırdım, artık Ufuk'a da şans verilmesi gerekiyor bence.

Sonuç olarak, hiç kimse -en azından ben- Galatasaray'ın dört dörtlük bir performansla oynayıp Strum'u farklı yeneceğini beklemiyordu zaten, ama gençler ve ilk 11de forma şansı bulamayan oyuncular açısından önemli bir fırsattı bu maç. Ama uzun zamandır oynamayıp bu maçta forma fırsatı bulan oyuncular arasında iyi performansıyla gözüme çarpan pek kimse de olmadı ve 90 dakika boyunca oldukça sıkıcı bir maç izlemiş olduk. Yedek kadronun bu kötü futbolu da devre arası transfer döneminde yönetim ve teknik ekibin vereceği kararlara ışık tutmuştur diye tahmin ediyorum.

Read more...

Ezel

15 Aralık 2009 Salı


Aslında geçen hafta yazacaktım Ezel'le ilgili, ama ödevlerin yoğunluğundan bir türlü vakit olmadı. Nasılsa bu hafta da en az 10. bölüm kadar şahane bir bölüm yaparlar diye bugüne bıraktım yazımı. Gerçi geçen haftaki 10. bölüm kadar efsane olmadı 11. bölüm, orası ayrı. Ama yine de "en sevdiğim Türk dizisi" olma ünvanını kimselere kaptırmış değil Ezel. En son hangi dizi için reklam aralarında bile ekran karşısında böylesi çakılı kaldığımı bile hatırlamıyorum, baya yıl oldu ama eminim. Ezel hakkında aylar önce yazdığım yazıda söylemiştim replikler harika diye, eksik söylemişim. Yalnızca replikler değil, çekim teknikleri, ters köşeler, flashbackler hepsi birbirinden mükemmel. Dizinin bilindik klişe dizilerden farklı bir konuya sahip olması da bu kadar izlenilir kılıyor zaten. Ve tabi ki de daha ilk 10 bölümde reytingleri silip süpürmesinde oyuncuların payı da oldukça büyük. Hele ki bir Tuncel Kurtiz var ki, hafta boyunca facebook newsfeedimde en çok karşıma çıkan X became a fan of Ramiz dayı yazılarının nedeni kendisi. Bütün bölüm şiir okusa dinlerim heralde, o kadar etkileyici bir ses tonu var. Bu hafta pek yoktu ortalarda gerçi, özledik dayıyı. Bölüm bitmeden son dakika golünü attı ama yetmez bu, daha çok Ramiz dayı sahnesi olsun yahu.

Read more...

Geri Dönüş

12 Aralık 2009 Cumartesi


Son haftalardaki kötü gidişata bir dur demek gerekiyordu artık. O yüzden Antalyaspor deplasmanından 3 puanla dönmek büyük önem taşıyordu Galatasaray için. Kaç haftadır kaybedilen puanlardan, kaçan fırsatlardan sonra bu hafta Antalyaspor karşısında 2-0 geriye düştüğü maçı 3-2'ye getirerek kazandığı 3 puanla ve maç fazlasıyla hakettiği yer olan liderliğe yerleşti Galatasaray. Şimdi rakiplerin maç sonuçlarını beklemeye başladık. Umarım lider başladığımız haftayı lider kapatırız.

Maça gelirsem, ilk yarıya etkili başlayan taraf Antalyaspor'du. Kuşkusuz bunda buldukları ilk gol ve ardından gelen ikinci golün de etkisi büyük. Galatasaray'ın 13 dakika arayla yediği iki gol de birbirinin neredeyse aynısıydı. Ofsayt mı değil mi tartışmaları bir yana , Galatasaray'ın bu kadar basit goller yemesinde en büyük hata defansın uyumsuzluğundaydı. Bunun en büyük sebebiyse Mustafa Sarp'ın yokluğu, Gökhan Zan'ın sakatlığı ve Galatasaray'ın bu sakatlıklar ve cezalar nedeniyle rotasyona giderek bambaşka bir defans kurgusuyla sahaya çıkmasıydı. Bu uyumsuzluk da 2 tane birbirinden basit gol yenilmesine yol açtı.

Gol yemek demişken Leo Franco'ya değinmemek olmaz. Leo Franco beni her maçta fazlasıyla korkutuyor, özellikle son dakikalarına geldiğinde tek farklı galibiyetle önde olduğumuz anlarda. Defansın da çok parlak olduğu söylenemez, ama bazı durumlarda da defansın yaptığı hataları kalecinin telafi etmesi lazım yaptığı kritik kurtarışlarıyla. Bu maçtaysa Leo'dan çok direkler kurtarıcılık yaptı denilebilir. Direkler de olmasa sonuç ne olurdu tahmin etmek istemiyorum, zira Antalyaspor'un neredeyse yüzde100lük gol pozisyonları oldukça fazlaydı. Maç 2-1'ken sanıyorum Necati'nin direkte patlayan bir gol pozisyonu vardı, o pozisyonun golle sonuçlanmaması ve hemen ardından Galatasaray'ın beraberlik golünün gelmesi maçın kaderini değiştirdi.

İlk yarıyı 2-1 geride tamamlayan Galatasaray, ikinci yarıda oldukça istekli ve baskılı bir futbol oynamaya başladı. Bu futbolun sonucu olarak da önce Elano'nun beraberlik golü ve ardınan Kewell'ın galibiyet golü geldi. Son dakikalarda tıpkı İBB maçındaki gibi Kewell'ın korner olması gereken pozisyonu ve hakemin korner vermeyişi hadisesi tekrar yaşanınca acaba maçın sonu da geçen haftaya mı benzeyecek diye korkmadım değil, ama neyse ki korktuğum gibi olmadı.

Başlığa geri dönüş dedim, ama aslında tek bir geri dönüş olmadı dün akşam. 2-0'dan 2-3'e geri dönüş olmasının yanısıra, Elano ve Keita'nın da geri dönüş maçı oldu Antalyaspor maçı. Elano takıma uyum sorununu atlatmış durumda. Sezon başından beri görmeyi beklediğimiz Elano performansını son bir kaç maçta görmeye başlamıştık, artan formunun bu maçta golle sonuçlanması da oldukça sevindirici oldu. Keita'nınsa ne zamandır ilk11de başlamıyor oluşunun Galatasaray'ın kaybettiği ve berabere kaldığı maçlara nasıl etki ettiğini birkez daha görmüş olduk, özlemişiz Keita'yı. Maç boyunca muhteşem oynaması ve bununla beraber attığı gol bir yana, Kewell'ın golünde yaptığı asist tek kelimeyle harikaydı. Galatasaray'ın 2 farklı mağlubiyetten galibiyete gidişinde Keita'nın payı oldukça büyüktü.

Geçen hafta İBB maçında Ali Sami Yen'de 1-0 öndeyken dahi son 15 dakikaya gelindiğinde topa sahip olma yüzdesi yüzde 20lerde olan ve bunun sonucunda beraberlik golünü yiyen Galatasaray'ın bu sefer deplasmanda, yine tek farklı galibiyetle öndeyken geçen haftaki panik durumundan oldukça uzakta oluşu ve etkili bir futbol oynaması da oldukça sevindiriciydi. Bu kadar sakin ve kendinden emin oynaması da 3 puanı kazandırdı zaten.
Umarım haftaya Gençlerbirliğini de yener ve ilk yarıyı galibiyetle kapatırız.

Read more...

Oley!

11 Aralık 2009 Cuma

Ben burada çok mutluyum dedi, yönetim de isterse kalırım dedi, hatta tam olarak "It's such a privileage for me to play for this club" dedi. 2-0'dan 2-3'ye çevrilerek alınmış galibiyetten sonra ekstra bir sevinç daha yarattı herkeslerde.
Daddy Daddy Cool!


*Maç yazısı da gelecek, pek yakında.

Read more...

Fantastic

8 Aralık 2009 Salı

Fotoğraf Harry'nin modellik yaptığı Politix firmasının 2009 Summer koleksiyonundan. İstanbul'da gerçekleşen çekimlerin videosu var bir de, burada. Futbolu Galatasaray'da bıraktıktan sonra -inşallah- da Florya'da kalması en büyük dileğim, ama ek iş olarak modellik de yapabilir tabi!

*Başlıktaki "Fantastic" de onun röportajlarında Aussie aksanıyla söylediğinden.

Read more...

Yine Olmadı..

7 Aralık 2009 Pazartesi



  • Yazamıyorum. Resmen cümle kuramıyorum, dün akşamdan beri birşeyler yazmaya çalışıyorum ama olmuyor. Madde madde yazacağım bu sefer. Belki daha rahat dökebilirim içimdekileri.
  • Alınan mağlubiyetin/beraberliğin bütün suçunu hakeme yıkmam genelde, yıkmayı da sevmem. Konuşulacak şey hakem olmamalıdır, ama bunu rahatca söyleyebilirim ki, 'Hakem' Hüseyin Göçek Galatasaray-İBB maçını bariz bir şekilde katletmiştir. Daha da birşey demiyorum. Aslında dedim maç sırasında ve maçtan hemen sonra, ama buraya yazamam.
  • Milan Baros'u çok özledim. Her geçen maçta katlanarak artıyor özlemim. Birkez daha gördük ki bu iş Nonda'yla olmuyor, olamıyor. Baros lazım bize. Kewell da olmasa ne yapardık biz, düşünmek dahi istemiyorum. Takımın tek gol umudu Kewell şu anda, ve son maçlarda gördük ki 1-0 yetmiyor, "forvet" Nonda saç-baş yolduran goller kaçırıyorken de tek golden fazlası olmuyor.
  • Elano son zamanlardaki en iyi performanslarından birini sergiledi. O çıktıktan sonra da Galatasaray tamamen dağıldı zaten. Değil gol pozisyonu, kendi yarı sahasından bile çıkamadı son 15 dakikada. İBB hakemin de katkılarıyla akın akın Galatasaray kalesine geldikçe ne zaman gol yeriz acaba diye tetikte bekliyordum, dakika 93 küsürü gösterdiğinde "bitti bu maç, daha gol olmaz heralde" diyordum ki, golü yedik.
  • Maçın 90+ dakikalarıydı sanırım, ekranda topla oynama oranları vardı. Tam olarak hatırlamıyorum ama Galatasaray'ın oranı yüzde 20lerde, İBB'nin oranıysa yüzde 80lerdeydi. Sanki son 15 dakikaya kadar sahada bambaşka 22 kişi oynamış gibi. Şimdiye kadarki en iyi futbolu değildi belki, ama maçın büyük bölümünde baskılı oynayan taraf Galatasaray'ken nasıl birden tepetaklak oluyor herşey, anlayamıyorum ben.
  • Keita neden ilk11 de başlamıyor, onu da anlayamıyorum mesela.
  • Ufuk Ceylan'ı da artık sahalarda görsek. Geleli kaç ay oldu.
  • Mustafa Sarp, bu sezon Galatasaray'ın başına gelmiş en güzel şey. Sezon başından beri oynadığı maçlarda başarılı istikrarını sürdürmeye devam etmesi bir yana, hırs var bu adamda. Bütün futbolcularda olmasını beklediğimiz hırs. Hasan Şaş'ın gözümde bu kadar efsane bir oyuncu yapan en önemli özelliği olan hırstan var onda. Hepimiz o an sinirden ağlarken, birşeyleri yumruklarken o da hakeme patlamamak için en yakınındaki formadan çıkardı hırsını, helal olsun. Gerçek bir aslan o.
  • Lider olabilirdik ya şu anda, o kadar yaklaşmıştık ki. Liderlik için eline geçen yüzbilmemkaçıncı fırsatı tepmeyecekti bu sefer Galatasaray, tepmemesi gerekiyordu. Son dakika golü yemek her zaman için çok trajik bir durum. Hele ki böylesine kritik bir maçta. Ama Galatasaray'ın dakika 90+3ü gösterdiğinde galibiyeti çoktan garantilemiş olması gerekiyordu. Son 15 dakikaya kadarki futbolun sonucunun tek gol olmaması gerekirdi.
  • 16 Mayıs 2010, sezonun son maçı. Gençlerbirliği-Galatasaray oynayacak, hem de Ankara'da. Bana hayatımda ilk kez şampiyonluğu canlı canlı yaşatma ihtimali olan maç. O maça şampiyon olarak çıksın Galatasaray istiyorum, maç sonunda sesim kısılana kadar "Şampiyonuz olm!" diye bağırmak istiyorum, çok şey mi istiyorum? Şu anda görünen o ki, evet. Bu hakemlerle zaten mümkün değil onu çok iyi gördük de, yok bende eskisi gibi maç 1-0 iken bu maç farka gider hissi artık. O hissi geri istiyorum.

Read more...

Güldürürken "Hüzündüren" Film

5 Aralık 2009 Cumartesi

Naif ve sade bir film olmuş.. Ne bir heyecan var, ne de aksiyon. Nasıl başladıysa öyle bitiyor, hiç abartı yok, fazlasıyla doğal hatta. Filmden çıktıktan sonra garip bir hüzün kaplıyor insanın içini. Bu kadar sade bir filmi güzel yapan da özellikle Yılmaz Erdoğan'ın oynadığı Rıza karakterinin doğallığı. Kuşkusuz filmin en başarılı oyuncusu oydu, karısını oynayan Büşra Pekin de oldukça iyiydi.
Evet, öyle dakikalarca güldüren Yılmaz Erdoğan filmlerinden değil Neşeli Hayat. Güldüğüm sahneler bir elin parmağını geçmez, hatta şu anda hatırlamıyorum bile hangi sahnelerde güldüğümü. Aklımda daha çok filmin hüzündüren sahneleri var. "Şiddetle tavsiye ederim gidin mutlaka izleyin" de diyemem ama izlerseniz pişman olmazsınız diyebilirim.

Son olarak,

-dikkat spoiler içerir burası-

-İçince herşey halloluyor mu?
-Hiçbir şey hallolmayınca içiliyor..

-spoiler bitti, yazı da bitti-



**Başlık Ntv'nin dün gece film için yaptığı programdan alıntıdır.

Read more...

Lider!

4 Aralık 2009 Cuma

Bu sezon oynanan UEFA Avrupa Liginde,son zamanlardaki en iyi Avrupa karnesini çıkartmış olan Galatasaray, Panathinaikos'u eli boş göndererek liderliğini kesinleştirdi. Ligdeki kötü gidişatı da olumlu yönde etkileyebilecek bir maç çıkardı. Kötüden kastım,kaybedilen puanlar değil. Oynaması gerektiği gibi oynayamayan bir Galatasaray'ın sahada olmasıydı. Gerçi dün geceki oyunun da beni çok tatmin ettiğini söyleyemem. Keitanın olmayışı,Milan'ın sakatlığı ve Nondanın yetersizliği hücum gücünü düşürünce daha fazlası beklenemezdi zaten.
Maçın ilk yarısın da Arda'nın oyunu hareketlendirmesi sonucu,ofsayt gerekçesiyle iptal edilen bir vuruşu oldu Mustafa Sarp'ın. Ona gol pasını atan Elano,Galatasaray'a geldiği günden beri en istekli oyununu oynadı. Buna rağmen istenilen düzeyde olmadığını düşünenler var. Bu adam Galatasaray'a geldiği zaman ortak bir görüş vardı.Eleno maç çevirebilecek bir adam değil,mücadeleci bir adam hiç değil. Eğer oturmuş bir sistemin varsa bitirici güç olarak çok rahat verim alırsın.Fakat otur(a)mamış bir sistemde Elano'dan istenilen nedir,bu tartışılır.
Benim asıl yetersiz performans gösterdiğini düşündüğüm isim Arda. Bu adam oyuna biraz etki yaptığında neler gerçekleştirdiğini gördük. Fakat son zamanlarda ciddi bir form düşüklüğü var Arda'nın. Dün akşam son zamanlarda ki en iyi oyununu oynamış olsada,biz gerçek Ardayı görmek istiyoruz. İlk yarı çok iyi şeyler yaptı,fakat 60.dakikadan sonra neredeyse sahada yoktu.

İkinci yarıya golle başladı Galatasaray, bu gol Mustafa Sarp'ın saha içinde yaptığı güzel işlerden sadece biriydi. Onun transferine çok sıcak bakmamıştım açıkçası, dolayısıyla bu kadar iyi performans gösterebileceğine de inanmıyordum. Bu güzel oyununa birde hırs eklenince ben kendi adıma zevk alıyorum onu izlemekten. Golden sonra Pana'nın cılız atakları, Kewell-Keita değişikliğiyle bir süre sona erdi. Keita'nın çok net bir şutu vardı aklımda kalan,gol olsaydı gerçekten güzel olurdu. Bizim ikinci golü bulamayışımız onların ataklarının tekrar başlamasına neden oldu. Son dakikalarda kullandıkları serbest vuruşu iyi değerlendirememeleri bizim için şanstı.
Genel olarak bakıldığında temposuz bir maçtı. Gruptan çıkmayı garantilemiş, liderlik için oynayan bir takımdan da fazlası beklenmezdi. Umarım bahsettiğim -herkesin üzerinde konuştuğu- eksiklikler giderilir ve izlemeye doyamadığımız bir Galatasaray olur sahada.

-

Oynanılan futbolun dışında söylemek istediğim bir şeyler daha var. Bu blog işine girdiğimizde, kendi kendime söz vermiştim ultrAslan aleyhine bir şeyler yazmayacağıma dair. Üye olduğum çeşitli forum sitelerinde ne zaman ultrAslan'ı eleştirmeye kalksam oldukça komik tepkiler aldım. Bizim çektiğimiz cefanın yarısını çekmeden nasıl bizi eleştirirsin diyen insanlar bile oldu, ki bu insanlar benim yıllardır arkadaş bildiklerimdi.
Fakat dün geceden sonra dayanamadım, Galatasaray için avrupa maçları önemlidir. Bu ülkedeki her takım için önemlidir ama Galatasaraylılar için bir başkadır. Biz Avrupa maçları sonrası dünya çapındaki yıldızlardan taraftarlara yapılan övgülerle büyüdük. Şahsen ben Avrupa maçlarında tribünleri daha çok merak ederdim. Nasıl bir şov hazırlandı,hangi besteler söylenecek diye düşünürdüm.
Dün gece tribünlerin sesini duymak istemedim. Birileri Ali Sami Yen'i meyhane sanmakta, o kadar anlamsız ve saçma tezahürat duydum ki inanamadım. Kimse farkına varmıyor mu bu tribünlerin halini, kapalı ve açık birbiriyle uyumsuz. 'Anlamazdın' melodisinde besteler falan yapılıyor. Üzülüyorum gerçekten,bu takım bu taraftarı hak etmek için ne yaptı?

Read more...

  © Blogger templates Newspaper by Ourblogtemplates.com 2008

Back to TOP